Bölüm

VE İSRAİL ÖZÜR DİLEDİ

2013 Yılında Mavi Marmara(2.baskı)

22 Mart 2013’de İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun bürosundan yapılan açıklamada, İsrail’in Mavi Marmara saldırısındaki hatalarından ötürü Türkiye’den özür dilediği bildirildi. Açıklamada, Netanyahu’nun Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile görüştüğü belirtildi ve liderlerin “Büyükelçilerin yeniden atanması ve Türkiye’de İsrail askerlerine karşı açılan davaların iptal edilmesi gibi iki ülke arasındaki ilişkilerin normalleştirilmesi konusunda uzlaştığı” ifadelerine yer verildi.

Netanyahu’nun Mavi Marmara saldırısından ötürü duyduğu pişmanlığı dile getirdiğinin belirtildiği açıklamada, İsrail Başbakanı’nın “trajik sonuçların” kastî olmadığını, İsrail’in yaptığı soruşturmaya göre saldırıda “operasyonel hatalar” olduğunu söylediği kaydedildi.

İsrail Başbakanı Netanyahu’nun, saldırıda hayatını kaybedenler nedeniyle İsrail’in “pişmanlığını ifade ettiği” ve tazminat ödeme sözü verdiği de belirtildi ve Netanyahu açıklamasında, Mavi Marmara saldırısıyla ilgili olarak can kayıplarına yol açmış olabilecek her türlü hatadan dolayı Türk halkından özür diledi.

İsrail Başbakanı Netanyahu, Gazze dahil Filistin topraklarındaki sivillerin hareketine ilişkin bazı sınırlamaların zaten kaldırıldığını ifade ederek, sükunet korundukça bu durumun devam edeceğini kaydetti. İsrail Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Yigal Palmor şunları söyledi:

“Dini Şabat tatili olması nedeniyle normalde -tahmin edersiniz- konuşamam, ancak şu anda acil bir durum söz konusu, o nedenle ajansınıza açıklama yapıyorum. Öncelikle bu konu Obama ziyareti sırasında çözüldü. Obama’ya İsrail olarak da, Türkiye olarak da çok şey borçluyuz. Süreci o taşıdı. Başbakanların açıklamaları, özür ve tazminatta anlaşılması sonrası, sürecin bundan sonrasına diplomatlar dahil olarak önümüzdeki hafta hemen teknik çalışmalar yapılacak. İsrail’de bir haftalık dini tatil başlamasına rağmen süreç durmayacak, işleyecek. Henüz bizim diplomatlarımız mı Ankara’ya gider, yoksa başka bir yerde mi görüşülür Ankara’yla, görüşüp karar verilir. Görüşmeler sonrasında tazminat konusu sonuçlanacak.” Yigal Palmor

Amerikan yönetiminden üst düzey yetkililerin verdiği bilgiye göre Erdoğan-Netanyahu görüşmesi, Obama’nın İsrail’den ayrılışından hemen önce havaalanında düzenlendi ve yaklaşık yarım saat sürdü. Görüşmeye bir ara Obama’nın da dahil olduğu bilgisini veren yetkili, bu gelişmeyi iki ülke arasındaki ilişkilerin normalleşmesi doğrultusunda “ilk adım” olarak niteledi.

Obama, Ürdün’ün başkenti Amman’da, Kral Abdullah ile birlikte düzenlediği basın toplantısında, uzun zamandır Türkiye ile İsrail arasındaki iyi ilişkilerin yeniden tesis edilmesi, böylece iki ülkenin ortak çıkarlarının peşine düşebilmesinin önemli olduğunu hissettiğini söyledi.

ABD Başkanı, Türkiye ve İsrail’in bölgesel güvenlik ve diğer meseleler üzerinde birlikte çalışabilmek için her konuda hemfikir olmak zorunda olmadıklarını da kaydetti. NATO Sözcüsü Oana Lungescu, AA muhabirine yaptığı açıklamada,

“Bölgesel diyalog ve istikrarı ve uluslararası işbirliğini ileriye götürecek bu önemli adımı memnuniyetle karşılıyoruz” dedi. AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Catherine Ashton’ın sözcüsü Michael Mann da “Bu olumlu adımla ilgili haberlerden çok memnun olduk. Türkiye ve İsrail, AB’nin önemli ortaklarıdır ve ilişkilerinin iyileşmesi, Ortadoğu’da barış ve güvenlik görmek isteyen herkesin çıkarınadır” diye konuştu.

“NASIL DA ATTIK GOLÜ!”

Haber bir bomba gibi düşmüştü gündemin ortasına. Gerek internet sitelerinde, gerekse sosyal paylaşım ortamlarında yorum yapan gazeteciler, dünya kupalarında birinci olmuş da altın madalyayı almışız gibi coşkuluydu. Manşetler, “Nasıl da attık golü!” tadındaydı.

Muhalefet, yayın organlarının ve birkaç “aykırı” sesin dışında herkeste bir bayram sevinci vardı adeta. İsrail’e diz çöktürmüştük ne de olsa… Kimsenin en ufak bir karşı çıkışa ya da soru işaretine tahammülü yoktu.

Özürden mutlu olmayanlara, Türkiye’nin gücünün farkında olmayan “kompleksli kişilikler” muamelesi yapılıyordu.

Benimse aklım, Mavi Marmara mağdurları tarafından (İsrail’in her türlü engelleme çabalarına rağmen) açılan davanın akıbetindeydi. Netanyahu’nun açıklamasında İsrail askerlerine karşı açılan davaların iptal edileceği konusunda anlaşıldığı belirtiliyordu gerçi, ama ne yalan söyleyeyim, kalbimin razı olmadığı şeye aklım da razı gelmiyordu ve “O, İsrail’in hüsnü kuruntusudur, doğrusunu Türk yetkililerin açıklamalarından öğreniriz” diye düşünüyordum.

Hâl böyle olunca, “Mavi Marmara Davası” konusunda hassas olduklarını bildiğim yayın organlarını takibe aldım. Davanın akıbetine dair net bir açıklama yapmamalarına rağmen, onların da bu gelişmeyi “İsrail’in suçunu kabul ettiği” şeklinde, son derece pozitif yorumlar yaptıklarını görünce bir nebze olsun rahatladım.

Açıkçası bir anda oluşan bu aşırı pozitif dalganın etkisinde kalmıştım. Ama bunun (benim düşündüğüm anlamda) iyi bir gelişme olduğundan emin olmam için, davaların kapanacağı iddialarının gerçek olmadığını duymaya ihtiyacım vardı.

İnternet sitelerindeki ve sosyal medyadaki coşku -daha ölçülü bir şekilde de olsa- akşamki ana haber bültenlerinde de devam etti. Erdoğan’ın özrü kabul etmeye karar vermeden önce El-Fetih, Hamas ve Katar liderleriyle telefon görüşmesi yaptığını vurgulayan kanallarda, Amerikan kaynaklarına dayandırılarak Mavi Marmara Davası’nın da kapatılacağı haberi veriliyordu.

Ama yine de net ve Türk yetkilileri tarafından doğrulanmış bir bilgi değildi bu.

Bu karmakarışık bilgi ortamında, “Mavi Marmara şehitlerinin aileleri ne hâldedir kim bilir?!” diye düşünürken, ekranda Ali Haydar Bengi’nin eşi Saniye Hanım’ı gördüm. Ardından Furkan’ın babası Ahmet Bey’i ve Çetin Topçuoğlu’nun eşi Çiğdem Hanım’ı…

Habercilerin yorumuna göre, “Yetmez ama evet!” diyorlardı. İlerleyen saatlerde TRT’deki bir programa konuk olan Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’ndan özür sürecini dinledik. Mavi Marmara Davası’nın geleceği hakkında hiçbir bilgi verilmeyen programda, özrün şehit aileleri, ülkemiz ve bölge insanı için önemi vurgulandı.

Davutoğlu’nun “Özür olmasaydı, bu mesele bir asır da sürse kapanmazdı” cümlesini ise -büyük bir soru işaretiyle- bir kenara not ettim.

ERDOĞAN’IN İLK DEMECİ

Başbakan Erdoğan, konuyla ilgili ilk demecini ertesi gün (23 Mart’ta), çeşitli programlara katılmak için gittiği Eskişehir yolunda verdi:

Özür beyanı bizim istediğimiz şekliyle gerçekleşti. Biz, ‘Apology’ kelimesini kullanmazsanız, bu bizim için geçerli değil’ demiştik. Birçok şeyden sonra bu sağlandı…

Sayın Obama daha önce bizden ricada bulunmuştu. Dışişleri Bakanları ricada bulunmuştu. İsrail’in devreye soktuğu birçok devlet başkanı aracı olmuştu. Biz de kendilerine bu başlıkları söylemiştik… Daha sonra özür ve tazminat da kabul edilmişti. Ama ambargo kabul edilmemişti.

Şimdi bu süreçte ambargo ile ilgili yasağı da kaldırdılar… Bu sürecin en yakın şahidi Obama oldu… Dikleşmeden, dik durarak bu sürece geldik…

Yeni büyükelçi ataması hemen olamayabilir. Süreç içindeki uygulamaları görmemiz lazım. İsrail bütün taleplerimize hemen ‘evet’ demedi. Bundan sonra ikinci aşama, ambargonun kalkması…

Netanyahu Filistin’e tüketim mallarının girişindeki ambargonun kaldırılacağını iletti…

Bu vesileyle Mavi Marmara şehitlerini rahmetle yâd ediyorum. İnşallah Gazze’de ve Batı Şeria’daki kardeşlerimizle kucaklaşma fırsatı bulacağımızı ifade ediyorum… Nisan ayı içerisinde benim bir Gazze ziyaretim olabilir.” Recep Tayyip Erdoğan

(Bu ziyaret, ilerleyen günlerde Mayıs ayının sonuna ertelendi… D.Y)

Başbakan’ın, İsrail’in özrüne karşı temkinli bir yaklaşım sergilemesi ve en önemlisi de bir gazetecinin “Davalar kapanacak mı?” sorusuna karşılık, “Davaların kapanması söz konusu değil” cevabını vermesi umut vericiydi.

Ayrıca Mavi Marmara konusunda çok hassas olduklarından emin olduğum yayın organlarını da özellikle ve daha bir dikkatle takip ediyordum.

“Davaların kapanması gibi bir risk varsa, en başta onlar karşı çıkarlar, hatta kıyameti koparırlar” diye düşünüyorum. Olumsuz hiçbir tepki yoktu söz konusu yayın organlarında.

Tam tersine, coşku ve özrün müthiş bir başarı olduğuna dair yorumlar tam gaz devam ediyordu.

ŞEHİT AİLELERİ RAHATSIZ

Aslında sesini en fazla ve en net duymamız gereken kesim, şehit aileleriydi. Zaten gerek Başbakanımız Erdoğan, gerekse Dışişleri Bakanımız Davutoğlu her fırsatta onlardan bahsediyor ve onların içine sinmeyecek hiçbir anlaşmaya imza atmayacaklarını vurguluyorlardı. Fakat ben -televizyon ekranlarında şahit olduğum kadarıyla- onların bu durumdan çok da memnun olmadıklarını hissediyordum.

Mavi Marmara’da hayatını kaybeden Cengiz Akyüz’ün eşi Nimet Akyüz’e ulaştığımdaysa tahminlerimde yanılmadığımı, üzgün ve endişeli olduklarını gördüm. Diğer şehit aileleriyle de görüştüğünü ve onların da çok üzgün olduğunu vurgulayan Nimet Hanım şunları söylüyordu:

Sanki Mavi Marmara, sırtlarında bir yüktü de bu özürle ondan kurtulmuş, sırtlarından atmış gibi konuşuyorlar. Bizim beklentimiz hiçbir zaman ‘özür’ ya da ‘tazminat’ olmadı. Biz canımızı kaybettik orada. Adaletin yerine gelmesini bekliyoruz. Sanki Mavi Marmara’da hiç ölüm, katliam olmamış, basit bir gasp olayıymış da bir özürle mesele hallolmuş gibi davranıyorlar.

İsrail zaten başından beri ‘Tazminat vereyim, kurtulayım’ diyordu. Bunu birçok defa (el altından) denediler, bizler reddettik.

İsrail’in göstermelik olarak ‘Ambargoyu kaldıracağım’ demesi de hiçbir şey ifade etmez. Hiç inandırıcı değil. Ablukayı kaldıracak mı? Filistinlileri öldürmekten vazgeçecek mi?

Üstelik Netanyahu’nun özrünü biz kulaklarımızla duymadık. Telefonda özür dilemiş. Çıkıp TV’lerde özür dileyip ‘Bir daha yapmayacağız’ diyebilir mi?

Ortada kaza kurşununa kurban gitmiş insanlar yok, katliam var. Gemiye uluslararası sularda baskın yaptılar ve bile isteye canlarımızı katlettiler. Uğur Süleyman Söylemez hâlâ komada yatıyor.

En büyük endişemiz, ‘Özür dilediler, tamam’ denip meselenin kapatılacağıdır. Davanın üstünü örtmeye çalışıyorlar gibi geliyor.

Hiç kimse bizi siyasi emelleri için kullanmasın. Samimi olan, davamıza sahip çıksın.

Bu abartılı yayınlar ve sevinç gösterileri çocuklarımızı bile yaralıyor.

Siyasiler İsrail’le ilişkileri düzeltmek zorunda olabilirler. Ama bunu, bizi kullanarak yapmasınlar. Sonuna kadar haklı olduğumuz bu davada sağlam dursunlar. Özür ve tazminatla mesele kapandı sanmasınlar.

Biz o parayı istemiyoruz…

Müslüman kimliğini öne çıkaranların ‘Gördünüz mü? İsrail özür diledi, haklılığımız anlaşıldı…’ tavrından da çok rahatsızız.

Bizim haklılığımızı Allah da biliyor, tüm insanlık da…

Anlaşılması için İsrail’in özrüne mi muhtaçtık?

Bu kompleksi anlayamıyorum.

Suçluluk duygusu İsrail’e yakışır ancak. Olay zaten tüm dünyanın gözü önünde oldu. Gazze’ye ‘yardım için giden’ canlarımızı katlettiler. Hâl böyleyken, haklı olduğumuzun kanıtlandığını anlatmak için sevinçle İsrail’in özrünü referans göstermenin anlamı nedir?!” Nimet Akyüz

Başbakanlık Müsteşar Yardımcısı İbrahim Kalın, 1 Nisan 2013 günü katıldığı bir televizyon programında, “Ailelerin davalarını geri çekmek istememesi en doğal haklarıdır. Bizim o konuda bir zorlama yapmamız söz konusu değil. Aileler ile İsrail arasındadır. Süreci Bülent Arınç ailelerle temas halinde yürütecek ” diyordu. Ama İsrail’le yapılacak görüşmelerin başındaki isim olan Bülent Arınç, aynı günün akşamı (yine bir televizyon programında) şunları söylüyordu:

Herkes bilsin diye söylüyorum: Eğer İsrail Devleti’nin ödeyeceği tazminat, Hükümet’e veya bu amaçla kurulacak bir fona ödenip bu kişilere verilecekse, mevcut davaların -en azından hukuk davalarının- feragatla veya ibrayla sonuçlanması lazım.

İki şey olmaz: Yani ya devlete verilen tazminat bunlara takdim edilecektir veya bu kabul edilmediği takdirde açılan davaların sonucu beklenecektir. ‘Hem tazminat alalım, hem de buradaki davalar devam etsin’ diye kesinlikle düşünülemez.

Devletten devlete bu anlaşma yapıldığı takdirde, buradaki avukatların marifetiyle veya bizzat kendileri tarafından geri alınması gerekecektir…

Bu basit bir mesele değil, yani İsrail, tarihinde ilk defa özür diliyor ve Türkiye Hükümeti’ne bu tazminatları ödemek istiyor. Devletten devlete bir tazminat ödenmesi söz konusu olduğunda ‘Bırakalım da bu davalar devam etsin’ denemez.

Ama şunu rahatlıkla söyleyeyim: Böyle bir özür veya tazminat kabulü olmasaydı, yani mevcut davalar devam etseydi, karşı tarafın tahsili bakımından bizim bugün yapacağımız iş çok daha etkili olurdu.

Yani bizim bugün devlet devlete yapacağımız şeyi yüz birim kabul ederseniz, bunun dışında açılan davaların kabulü veya o kabulü veya o kabule göre bu tazminatların tahsili¹ölçüsündedir. Hem sonuç almak bakımından, hem de tazminatın miktarı bakımından.

Bu iş kaç sene sürer bilemem. Hem de tazminatın tahsili ne kadar sürer bilemem. Edilir mi, edilmez mi onu da bilemem.

Ama bir tek şey bilirim: Biz, Hükümet olarak karşı taraftan bu tazminatı aldığımızda, arkadaşlarımız en az yüz misli bir menfaat kazanmış olacaklar… Tazminatların verilmesi, işin hukuk kısmı. Ceza kısmının da bir şekilde kalkması lazım.

Ama bu, bizim talebimizle veya ceza noktasında soruşturma izni almak için veya avukatların marifetiyle suç duyurusunda bulunanlar için, eğer o mahkemeler nezdinde kabul görmeyecekse, bunlar şahsi şikayete bağlı bir suç olmanın dışında bir kamu davası haline gelmişse, o zaman bizim gücümüz de bu davaları geri çekmeye yetmez.

Ama şunu kesinlikle söyleyeyim: İsrail de bir hesap kitaptır, bir devlettir, bir hükümettir. Çok eleştiriyoruz. Yaptığı çok haksızlıklar var. Ama bu konuda karşımıza mutlaka derli toplu bir çalışmayla gelecektir. Yani kafadan atacağımız bir rakamın hemen kabul edileceğini de düşünmeyelim. Onlar en kısa zamanda ödemek istiyorlar, biz de en kısa sürede sonuçlandırmak istiyoruz. Bu iş zaten üç senedir ortada olan bir mesele.

Mademki özür dilenmiştir, işin tazminat boyutunu da bir an önce halletmek istiyorlar. Bence takdir edilecek bir davranış. Yani onlar hemen bu işi bitirmek istiyor.” Bülent Arınç

Doğrusunu isterseniz, bu konuşmayı Netanyahu’dan ya da ne bileyim Lieberman’dan falan duysaydım, “Normaldir, İsrail’in paçaları tutuştu, aileler davalarından vazgeçsinler diye aba altından sopa gösteriyor” derdim.

Fakat süreci Türkiye Cumhuriyeti adına yürütecek heyete başkanlık yapacak olan Bülent Arınç’ın ağzından bu kadar (en hafif deyimiyle) manipülatif bir konuşmayı çok yadırgadım.

DAVUTOĞLU’NUN DAVETİ

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, dün, Mavi Marmara baskınında ölen şehit ailelerini ağırladı. 9 şehit ailesinden 8’inin katıldığı Dışişleri Konutu’ndaki yemeğe bitkisel hayatta olan Uğur Söylemez’in ailesi ve İnsan Hak ve Hürriyetleri İnsani Yardım Vakfı (İHH) yetkilileri ile birlikte yaklaşık 40 kişi geldi…”
3 Nisan 2013, Sabah Gazetesi

Benim için şehit ailelerini tekrar aramak ve toplantının detaylarını, onların duygu ve düşüncelerini öğrenmek farz olmuştu artık. Ne yalan söyleyeyim, en çok da televizyondaki konuşmasını hayretler içerisinde izlediğim Bülent Arınç’ın tutumunu merak ediyordum.

Ailelerle yaptığım uzun telefon görüşmelerinin sonunda, hepsinin Davutoğlu ve eşinin ev sahipliğinden, samimiyetinden ve ilgisinden çok memnun kaldığını, Bülent Arınç’ın tutumundan ise (çoğunun) fazlasıyla rahatsız olduğu izlenimini edindim.

Arınç, son derece duyarsız ve üstten bir üslupla konuşmuş, hatta masaya elini vurarak “Yok öyle hem parayı alayım, hem davayı sürdüreyim” demiş, üstelik Mavi Marmara konusunda pek çok şeyden habersiz görünüyormuş.

Örneğin, Erdoğan’ın neredeyse her hafta ziyaret edip başında Kur’an okuduğu Uğur Süleyman Söylemez’in üç yıldır bitkisel hayatta olduğundan daha yeni haberdar olmuş.

Ahmet Doğan (Furkan Doğan’ın babası): İsrail’in özür dilemesi ile ilgili olarak, başlangıçta oluşturulan havanın dağılmasının ardından, bugünlerde daha sağlıklı değerlendirmeler yapabilir durumdayız. Türkiye’nin taleplerinin tamamen kabul edilip edilmediğini anlamak için Başbakanlığın internet sitesinde yayınlanan özürle ilgili açıklamaya ve akabinde İsrail’in uygulamalarına bakmak gerekiyor.

Özürle ilgili Türkiye’nin ve İsrail’in açıklamaları okunduğunda, satır aralarında kamuoyunda çok da tartışılmayan ya da açıklığa kavuşturulmayan hususlar olduğu göze çarpıyor. Öncelikle özür konusu incelendiğinde özür, suçun kabulü anlamında açık olarak zikredilmeliydi. Bu hususun açıkça belirtilmemesi değişik yorumlara sebep olmakta ve İsrail, özrü operasyonel hatalara dayandırmaya çalışmaktadır. Ben yine de özrün, şuçun kabulü anlamında önemli olduğunu düşünüyorum, bu şekilde anlamak istiyorum. Ancak hukuki olarak bu özrün, suçun itirafı ya da kabulü olarak delil niteliği taşıyıp taşımadığını bilmiyorum. Hem İsrail, hem de İsrail’in kendisini savunduğu tezini işleyen ABD, yapılan insanlık dışı saldırı konusunda kendilerini bugüne kadar haklı olarak göstermeye çalışırken, gelinen noktada ABD özür diletiyor ve İsrail özür diliyorsa, suçun işlendiği ikrar edilmiş demektir.

Bu arada ironiye bakar mısınız? ABD, Türk vatandaşları için Türkiye’den özür dilenmesi konusunda İsrail’in kulağını çekiyor ve özür diletiyor, ancak kendi vatandaşı olan Furkan’ımız için hiçbir özür talebinde bulunmuyor. Bu da gösteriyor ki özür, sadece Türkiye’yi ikna etmek ve ilişkileri düzeltmek için yapılmış şeklî bir özür ve iyi niyet, pişmanlık ve samimiyet olmayan bir özür. Zaten bu ülkelerden samimiyet beklemek de abes olur.

Yine de özrü, suçun kabulü olarak değerlendirip bu suçun da cezasız kalmaması gerektiğini söylüyoruz. Sadece özre odaklanarak diğer hususların göz ardı edilmemesi gerekir. Özür, ancak diğer şartlarla birlikte, özellikle ablukanın kalkması şartıyla anlamlı olabilir. Evet, geç de olsa özür dilenmiş olması, Türkiye açısından uluslararası politika ve imaj açısından ve Türkiye’nin haklılığı ve gücü açısından önemli bir gelişme. İsrail tarihinde çok nadir ya da hiç olmamış bir şey. Ancak bu özrün içinin doldurulması, daha kurumsal ve açık bir özür olması ve ablukanın kaldırılmasının da şartsız kabul ettirilmesi gerekirdi.

Dikkat edilirse, açıklamada Gazze’deki sukunetin devam etmesi şartına bağlanan bir abluka konusu var. İsrail’in istediği zaman sukuneti bozdurabileceğini herkes biliyor. Ben Sayın Başbakan’ımıza ve Dışişleri Bakanı’mıza bu konudaki samimiyet ve hassasiyetleri açısından son derece güven duyuyorum. Ancak İsrail’e hiç güvenmiyorum. Daha önce de Gazze’ye saldırmayacağı konusunda Başbakan’ımıza, Mavi Marmara’ya saldırılmayacağı konusunda da Dışişleri Bakanı’mıza söz verdiği halde tam tersini yapan omurgasız, gecekondu bir devletle karşı karşıyasınız. Bu nedenle şu aşamada özür ve tazminat konularının konuşulmasının yerine, öncelikle ablukanın kaldırılması şartının yerine getirilip getirilmediği takip edilmelidir. Abluka kalkmadığı müddetçe diğer iki şartın çok da önemi yok bence.

Bizim için en büyük özür, ablukanın tam olarak kalkması, Filistin’in özgür olmasıdır. Ablukanın tam olarak kalkmasından kastım; hem kara, hem hava, özellikle de deniz ablukasının topluca kalkmasıdır. Ama İsrail, özellikle özrün ardından tazminat konusunu da hızlandırarak, hatta bugünlerde tazminatla ilgili heyet göndererek abluka meselesinin zamana yayılmasını sağlayacak, zamanla da o konudaki hassasiyetin kalmayacağını ve gündemden düşeceğini düşünerek ablukayı tam olarak kaldırmayacaktır. İsrail’e ve verdiği sözlere asla güvenmiyoruz. Güvenmek için de hiçbir sebebimiz yok. Ben şahsen ablukanın kaldırılacağı sözüne de güvenmiyorum. Bu nedenle özür, benim için sevinç değil, burukluk getirdi. Ardından yaşananlar da acı geldi. Şehitlerine ağlamayan aileler, özür sonrasında alelacele canlı yayında açıklama yapanların incitici üslup ve açıklamalarına ağlamıştır.

Şehit ailelerini anlamaya çalışmak yerine, üst perdeden konuşmalar yapmak bizi son derece üzmüştür. Kabinede bizimle aynı hassasiyeti paylaşmayanlar olduğunu görmek, ‘Abluka konusunda bu kadar diretmeye gerek yok’ diyenlerin olduğunu duymak, bizim için ağır oldu. Konuşamadık, yutkunduk, boğazımız düğümlendi. ‘Şehit’ dememek için çırpınmalar, tazminata ‘menfaat’ olarak bakanlar, Mavi Marmara’yı bir daha duymak istemeyenler, işin özünü anlamaya ve hislerimizi anlatmaya çalışan ifadelerimizden sıkılanlar, soğuk havalar estirenler, satır aralarında ‘Pürüz çıkarmayın!’ demek isteyenler… En az İsrail saldırısı kadar yaraladı bizleri. Biz, içimiz kan ağlarken dahi ülkemizi zor duruma düşürecek hiçbir açıklama yapmazken, gelinen noktada bizi anlaması ve temsil etmesi, bizimle hemhal olması gerekenlerin üzücü açıklamalar yaptıklarını görmek bize zor geliyor. Yine de biz, Sayın Başbakan’ımıza ve Dışişleri Bakanı’mızın ‘Şehit ailelerinin kabul etmediği hiçbir şeyi biz de kabul etmeyiz’ sözüne güveniyoruz. Onların samimiyetinden şüphemiz yok. Bizleri en iyi onların anladığını düşünüyorum.

Mavi Marmara’nın temel amacı, o zamanki genel atmosfer dikkate alındığında, dünyanın gözü önünde yaşanan insanlık dışı ambargoya dünyanın dikkatini çekmek, mümkün olduğunca hukuksuz ve dayanaksız bu ambargoyu delmek ve tabiî ki bir miktar da insani yardım götürmekti. Dolayısıyla böyle bir amaçla yola çıkan bir gemide verilen şehitlerin amacı da ambargoyu kırmak, ablukanın kalkmasını sağlamaktı. Ambargo ve abluka kalkmadığı müddetçe ‘Şehitlerimiz amacına ulaştı’ diyemeyiz. Aslında şehitler, ambargoya dikkat çekmek ve hafifletmek açısından amaçlarına ulaştılar. Ama tam olarak kalkmadığı müddetçe ve bizler de bu uğurda mücadele etmedikçe şehitlerimizin anısına gölge düşürürüz.

Bu nedenle biz ablukanın kaldırılmasını ilk şart olarak sürekli zikrediyoruz. Abluka kalkmadan özrün ve tazminatın konuşulması beni açıkça rahatsız ediyor. Ablukanın kaldırılmasının takibi için bir komite oluşturulmasını ve şehit ailelerini temsilen bir veya birkaç kişinin de bu komitede görev almasını istiyoruz. Belli periyotlarla kontroller yapacak olan bu komite, ablukanın tam olarak kaldırıldığına kanaat getirdiğinde, içinde benim de olacağım Mavi Marmara ile yola çıkılmasını ve deniz ablukasının da kaldırıldığını bizzat görmek ve ‘Filistin’e Yolaçık’ sloganıyla denizden Gazze’ye ulaşarak Mavi Marmara’nın yarım kalan yolculuğunu şehitlerimiz adına tamamlamasını istiyorum.

Biz, üç şartın kabul edilmesini isterken, karşı şart koşulmasını asla kabul etmeyeceğimizi açıkça söylemiştik. Karşı taraf suç işlemiş, hem de en ağır bir suç işlemişken, bize şart koşma gibi bir lüksü olamaz. Suç işlenmiştir, özürle bu suç kabul edilmiştir, o halde bu suçu işleyenler cezalarını çekeceklerdir. Ceza davalarının geri çekilmesi asla mümkün değildir. Kaldı ki ceza davaları, hukuken de geri çekilemez davalardır. Sadece tazminat konusundaki davalar -belki devletin anlaşması nedeniyle- düşebilir ya da feragat edilebilir. Tazminat konusunun da bizimle konuşulmadan kabul edilmeyeceğini umuyorum. Ben şahsen bugün itibariyle hiçbir davanın çekilme noktasında olmadığını, abluka kalkmadan hiçbir kabulümüzün olamayacağını tekrar tekrar söylüyorum. Adı her ne ise, ister abluka, ister ambargo, ister blokaj olsun, Gazze’yi ve Filistin’i dünyadan tecrit eden uygulama devam ettiği müddetçe, şehitlerimizin devrettiği bayrağı düşürmüş oluruz. Bu nedenle bu aşamada herhangi bir davanın geri çekilmesini kimse bizden istemesin. Ayrıca yurtdışında yeni davaların açılmasını da bu özür engelleyemez.

Şayet abluka kalkarsa, tazminat konusunu o zaman gündeme almak daha doğru olur. Tazminata da bir ceza unsuru olarak baktığımız için, ödenecek tazminatın İsrail’in canını acıtacak şekilde olması gerekir. Bu açıdan da tazminatların -kuruşuna dokunulmadan- Gazze, Filistin veya Afrika’daki ümmet için kullanılacağı için rahatız.

Bugün özürle başlayan süreçte, artık İsrail de hiçbir şeyin eskisi gibi olamayacağını kabul etmiş gözüküyor. Arap Baharı Ortadoğu’da dengeleri değiştirirken, uluslararası stratejilerin de yeniden gözden geçirilmesine, güç dengelerinin değişmesine neden oluyor. Bu noktada Türkiye’nin de İsrail’in de konumu ve rolü değişirken, elbette Filistin için de güzel gelişmelere sebep olacak diye düşünüyorum. Mavi Marmara, her ne kadar Gazze amborgosu için yola çıkmışsa da bugün gelinen noktada çok daha büyük sonuçlara götürebilecek ve belki de bütün Filistin’in kaderini değiştirecek gelişmeler yaşanacak gibi görünüyor. Filistin davası, ümmetin sınavıdır. İnşallah ümmet bu sınavı verir ve Filistin özgürlüğüne kavuşur. Bize şehitlerin yolunda mücadele etmek düşüyor, gerisi Rabbimin takdiri.

***

Nimet Akyüz (Cengiz Akyüz’ün eşi): Davutoğlu’nun ve Erdoğan’ın samimiyetine güveniyoruz. Üç senedir bizimle ilgilenen olmadı. Tam olayın merkezinde biz varız, ama en dışında da biz duruyoruz… Ahmet Davutoğlu da bundan dolayı üzüntülerini belirtti. ‘Eşimle bunu çok düşündük ama hiç fırsat olmadı’ dedi. Ahmet Bey ve eşi müthiş iyi bir ev sahibiydi. Gece boyunca içimizden ne geçiyorsa Bülent Bey’in de, Ahmet Bey’in de yüzüne karşı açık açık söyledik. Bülent Arınç’ın davamızı çok umursadığını söyleyemeyiz. Bize kırıcı bir şekilde ‘Hem tazminatı alacaksınız, hem de bu davalar devam edecek, o şekilde olmaz… Yok efendim öyle şey!’ dedi. Mavi Marmara konusunda da detaylı bilgisi yok, bu komisyonda niye yer almış, o bile belli değil.

Arınç’ın Mavi Marmara olayına ve davalarına soğuk baktığını biliyoruz zaten. Daha şehitlerimizin naaşları Türkiye’ye gelmeden, televizyona çıkıp ‘Kimse bizden savaş istemesin’ demişti sanki öyle bir şey isteyen varmış gibi… Bizler, Bülent Bey’in gündeminde yokuz aslında. Konunun kapatılmasını istemesi, oturuşu, duruşu filan da hep bunun göstergesi. Mavi Marmara onun için bir yük sanki. Zaten toplantıyı da erkenden terk etti. Davutoğlu, ‘Neye karar verirseniz, başımızın üstünde yeriniz var. Şehit ailelerimizi üzmek istemiyoruz’ dedi, ama Arınç’ın tavrı o yönde değildi…

Mükemmel bir ev sahipliği dışında o toplantıdan anladığım odur ki; Hükümet de Mavi Marmara konusuna bir nokta koymak istiyor. Saatlerce herkes ‘Bu davalar kapanmamalı’ şeklinde konuştu. Ama aslında kimsenin umurunda değil gibiydi.

‘Bize haksızlık da yapmayın’ demesinden, Davutoğlu’nun da bu durumdan sıkıldığı belli. ‘Daha ne yapmamızı istiyorsunuz? İsrailli askerlere baskın mı düzenleyelim?’ dedi. Doğru, ama biz öyle bir şey demiyoruz ki. ‘Mahkemeler sekteye uğramadan devam etsin, uluslararası mahkemeye verilsin’ diyoruz sadece. ‘İsrail’e özür karşılığı ne verildi?’ diye de sorduk. Ahmet Davutoğlu, ‘Allah üzerine yemin ederim ki İsrail’le hiçbir anlaşma yapmadım’ dedi. Samimi olmasa, bu kadar büyük yemin etmezdi. Ama İsrail bu özürden sonra daha da cesaretlendi. Özrün hemen ertesinde Suriye’ye, Gazze’ye saldırdı.

Biz, Davutoğlu’nun ve Erdoğan’ın samimiyetine ve iyi niyetine çok güveniyoruz. Bizleri mağdur bırakmak istemediklerini de biliyoruz. Ama hiç kimse bu sonuçtan memnun değil. Tazminatları da kabul etmiyoruz. Hele davaların düşmesi karşısında asla! Davalarımızı iptal etmeyi hiç düşünmüyoruz. Tazminatlar zorla verilse bile İsrail’e geri iade etmeyi düşündüğümüzü söyleyince, ‘O zaman Türkiye zor durumda kalır. Şu anda Filistin’de hastane yapıyoruz. O hastanelere verin, 9 şehidin adını verdiğiniz hastaneler yapın’ diyorlar. İyi güzel de, bunun karşılığı, davaların kapatılması olmamalı. Ayrıca İsrail bizleri ‘terörist’ ilan etmişti. Niye o zaman yaptıkları gibi tüm dünyanın gözü önünde aynı yüksekle ‘bizlerden’ özür dilemedi?

Özür ve tazminat olayının medyada bu kadar yüksek sesle, çok sevinilecek bir şeymiş gibi sunulmasından da çok rahatsızız. Medyanın bu konuyu çarpıtarak vermesi, bizlerde öfke patlamalarına neden oluyor. İsrail tazminat ödeyecek diye bayram ilan etmeleri çok garip. Biz bayram etmiyoruz! İnsanlar arayıp ‘Gözünüz aydın, tazminat alacakmışsınız’ dediklerinde çok inciniyoruz. Çocuklarımın da psikolojisi bozuluyor. Bugün iki çocuğuma da öğretmenleri ‘Tazminat alacakmışsınız, kaç para alıyorsunuz?’ diye sormuşlar. Dengeleri bozulmuş, eve ağlayarak geldiler. ‘Bizim babamız oraya para kazanmak için gitmemişti. İnsanlara yardım etmeye gitmişti’ diyorlar.

Herkes bilsin ki, bizim ‘tazminat-özür’ diye bir derdimiz yok. Biz zaten haklıyız. Bunu Allah da biliyor, insanlık vicdanı da… Bunun karşılığı da İsrail’in, tüm dünyanın gözü önünde yargılanmasıdır. Tazminat da onlar istediği için değil, mahkeme kararı ile suçlarının karşılığı olarak alınmalıydı.

Ayrıca bu hükümetin ‘Bu para sizin hakkınız, İslam hukunda da bu var, alınız kullanınız’ şeklinde konuşması da çok yanlış. Onlara fıkıh öğretecek değiliz, ama İslam hukukunda kan bedeli, birini kazara öldürmüşseniz kalpleri yumuşatmak için ödenir. Kasıt bunun dışındadır. İsrail bizim canlarımızı kastî olarak, bilerek öldürdü. Ardından cinayeti işleyenleri ‘kahraman’ ilan etti. Şimdi İsrail’den heyet gelecekmiş. Bize rağmen bir karar alabilirler mi, bilmiyorum. Ama tazminat konusunda anlaşır da davaları kapatırlarsa, Türkiye’nin ne onuru, ne de şerefi kalır!”

***

Çiğdem Topçuoğlu (Çetin Topçuoğlu’nun eşi): Davutoğlu’nun davetinde söylenmesi gereken her şeyi söyledik. Bu özür, devlet için diplomatik bir başarı olabilir, ama ‘şehit aileleri’ için değil. Kapalı kapılar ardında, telefonda dilenen özür bir şey ifade etmez. Terör devleti İsrail özür dileyecekse, bunu çıkıp tüm dünyanın gözü önünde yapmalı. Ve önce bugüne kadar katlettiği insanlardan, yani insanlıktan özür dilemeli, ardından da Mavi Marmara yolcularından.

Ayrıca bizleri ‘terörist’ olarak yaftalamaya çalışan bu terörist devletin, tüm dünyanın gözü önünde bu sözlerini geri alması ve kendi teröründen dolayı özür dilemesi gerekir. Tazminatı da kendileri istediği için, ‘sus payı’ olarak değil, dava sonucunda suçlarının cezası olarak ödemeliler. Açtığımız davaları kapatmamız diye bir şey söz konusu bile yapılamaz.

Sonuç olarak, terör devleti katil İsrail’in özrünün bir şey ifade etmesi için, Filistin topraklarındaki abluka ve blokajın kalkması, hapishanelerdeki masum Filistinlilerin özgürlüğüne kavuşması, çocukları öldüren, yetim ve öksüz bırakan İsrail’in zulmüne bir son vermesi gerekir. Bizim mücadelemiz, Filistin toprakları nehirden denize özgürleşene kadar devam edecektir.”

***

İsmail Bilgen (İbrahim Bilgen’in oğlu): Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu ile görüşmemiz, her şeyden önce çok samimi bir ortamda geçti. Davutoğlu bizleri ağırladığı kendi evinde, onca işinin arasında saatlerce dinledi. Hepimizle tek tek ilgilendi. Toplantıya şehitler anılarak ve Kur’an okunarak başlandı. Toplantı sırasında öncelikle bu noktaya nasıl gelindiğinden ve süreçten bahsedildi. Daha sonra Davutoğlu sorularımızı samimi bir şekilde cevapladı. Toplantıya katılanlar olarak Sayın Ahmet Davutoğlu ile birlikte büyük bir aile gibiydik. Yönetici konumdaki insanlara dertlerimizi, süreç konusundaki kaygılarımızı, hassasiyetimizi anlattık. Evine davet edip gece geç saatlere kadar bizlerle ilgilendiği için Sayın Ahmet Davutoğlu’na ve Sayın Bülent Arınç’a teşekkür ediyoruz. Allah onları doğru yoldan ve istikametten ayırmasın.

***

Faruk Yaldız (Fahri Yaldız’ın kardeşi): Olan ağabeyimize oldu. Bizim amacımız, o insanların huzura kavuşması. Gemiye binen insanların hepsi, oraya yardım amaçlı gitti, şehit oldu. Özrün dilenmesi gerekirdi, dilendi. Ama ne kadar doğru, onu da Allah bilir. Telefonda konuştular, ama tam olarak ne konuştular?

Şehit olan benim ağabeyim. Benden özür dilendi mi? Hayır… Netanyahu tüm dünyanın gözü önünde açık açık bizlerden özür dilesin, onun bize vereceği kadar parayı ben ona ben vereyim.”

(Fahri Yaldız’ın eşiyle de görüştüm, ama şimdilik açıklama yapmak istemedi. Sadece devlet büyüklerine güvendiğini ve sonucu beklediğini söyledi. D.Y.)

***

Zeynep Songür (Cengiz Songür’ün kızı): İnsanlar erken seviniyor, biraz sorgulayıcı olmalılar. Niye bundan bizim haberimiz yok, niye Erdoğan bizim adımıza özrü kabul ediyor? Biz özrü de kabul etmiyoruz, tazminat için masaya oturmayı da… Ben haberi Bursa’da duydum, çok ağladım. Para konuşuyor olmamız feci bir şey… Davete gitmem mümkün olmadı. Ama gitmeyi ve bunları orada söylemeyi isterdim.

Bizim ilk amacımız, ambargonun kalkmasıydı. Ama ambargonun kaldırıldığı filan da yok. Keşke tazminatla olay bitseydi, ama olay bu kadar basit değil. O kurşunları atanlar da, emir verenler de yargılanmalı. Korkum o ki, tazminat verilecek diye davaları geri çekmemiz istenecek. İnsanlar o kadar duygusuz ki… Beni arayıp ‘Gözün aydın’ diyorlar. Neye gözün aydın? İnşallah bu özrün telafisini güzel yaparlar. Çünkü çok insan kırıldı. Şu raddede ben bu özrü kabul edersem, babama bir kurşun da ben sıkmış olurum. Hepimiz de böyle hissediyoruz.”

***

Kemal Songür (Cengiz Songür’ün kuzeni): Tazminat ödenecekse davadan vazgeçilmesi gerektiğini duyduk Bülent Arınç’tan. ‘Parayı alın, susun!’ demek istiyor. Bununla ilgili söyleyecek cümle bile bulamıyorum. Bizlerden hiç kimsenin parayla ilgilendiği yok. Öldüreceksin, sonra özür dileyeceksin… Böyle bir şeyi asla kabul etmem. Adamlar hâlâ saldırıyorlar. Şehitlerimizin rahat uyumasının koşulu, Gazze ablukasının bütünüyle kaldırılması ve katillerin cezalandırılmasıdır.”

***

Abdulaziz Bengi (Ali Haydar Bengi’nin kardeşi): Şehitlerimiz oraya Allah rızası için gitti. Kavgaya gitmedi. Saldırı açık denizde, tüm dünyanın gözü önünde oldu. Dünya buna nasıl göz yumabilir? Sen açık denizde terör estir, insanları katlet, sonra da özür dile. Bülent Arınç’ın söylediklerinden de hiçbir aile memnun olmadı. Özürle, tazminatla bitecek bir şey yok. Bizim parada gözümüz yok. O tazminatı zorla verseler bile biz davayı sürdüreceğiz. Benim kanımı devlet parayla mı satın alıyor? Biz böyle bir millet miyiz? Davaların kapanması diye bir şey yok. Babam ‘Ben bu tazminatı kabul edersem, oğlumu satmış olurum’ diyor.

***

İHH Yönetim Kurulu Üyesi Av. Gülden Sönmez: Süreç nasıl yürürse yürüsün, bu dava düşmeyecektir. Bu özür, devlet politikası anlamında bir anlam ifade edebilir. Ama bu filoyu organize edenler, yakınları ve diğer Mavi Marmara yolcuları tarafından hiçbir şekilde bir karşılığı yok.

Biz biliyoruz ki İsrail, askerlerine ve komutanlarına karşı açılmış bu davalardan dolayı çok rahatsız. Bu davalar bu şekilde devam ederse, İsrail yöneticileri ve askerileri birçok yerde yargılanacak. Bizim davamızda, Güney Afrika’da da Mavi Marmara ile ilgili dava açıldı. İspanya’da açıldı. Birçok yerde de açılmaya devam ediliyor.

Şunu başından beri net bir şekilde söylüyoruz: Sorumluların cezalandırılması meselesi, bizim öncelikli meselemiz. Bu davadan asla vazgeçmeyeceğiz. İkinci husus ablukayla alakalı… Sayın Bülent Arınç hukukçudur, ama ablukanın karşılığı noktasında bazen ifadelerinde karışıklık görebiliyoruz.

… Şehit yakınlarına, bir fona bir para aktarımı söz konusu olsa bile diğer bütün yolcular da mağdurlar ve davalarından vazgeçmeyecekler asla. Düşünmüyorlar. Bunu, hem bu davanın avukatlarından biri olarak, hem de bir İHH Yönetim Kurulu Üyesi olarak çok net bir şekilde söylüyorum. Abluka ve suçluların cezasını çekmesinin dışında özür ve tazminat, şehit ailelerinin gündemi değil.

DAVET ANEKDOTLARI

  • Davete Başbakan Erdoğan da katılacakmış, ama toplantısı uzadığı için gelememiş. Davutoğlu, Erdoğan’ın ailelerle görüşmeyi çok istediğini ve kısa bir zaman içinde onun da ayrı bir davet düzenleyebileceğini söylemiş. Aileler de bu görüşmenin bir an evvel gerçekleşmesini diliyorlar.
  • Bülent Bey’in duyarsız, dayatmacı üslubuna dayanamayan, robot gibi hızlı hızlı, siyasi, soğuk ve keskin çizgilerle konuşmasından rahatsız olan ailelerden biri, “Tam bir politikacı gibi konuşuyorsunuz, bizim neler hissettiğimizi hiç dikkate almıyorsunuz!” deyince Arınç, “Ne münasebet, ben bir duygu insanıyım. Hiçbir zaman politikacı gibi konuşmam” cevabını vermiş. Bunun üzerine bir başka mağdurun “Doğru, televizyonlarda görüyoruz, hep ağlıyorsunuz” sözleri salonda bulunan herkesi güldürmüş.
  • Gecenin ikinci esprisi de davetliler arasında bulunan Mavi Marmara gönüllüsü ve Star gazetesi yazarı Hakan Albayrak’tan gelmiş. Albayrak, ambargonun eskisinden daha beter durumda olduğunu söyleyip gülümseyerek “Özür dilenmeseymiş daha iyi olacakmış galiba!” demiş. (Albayrak sürekli yazdığı Star Gazetesi’ndeki köşesinde Davutoğlu’nun davetinde yaşananlardan ve Bülent Arınç’ın ailelere karşı takındığı tutumdan hiç bahsetmedi.)
  • Mağdurlardan bazılarının dava dilekçelerinde “tazminat” talebinin de bulunması, “Siz de tazminat peşindesiniz işte” şeklinde yorumlanıp da davalardan vazgeçirmek için (adeta) bir baskı aracı olarak kullanılması çok rahatsız etmiş aileleri. Cevdet Kılıçlar’ın eşi Derya Hanım, gece boyunca defalarca “Benim açtığım dava tazminat davasından ibaret değildi. Tazminat için açmadık biz o davayı” deme ihtiyacını hissetmiş.
  • İzmirli Şehit Cengiz Songür’ün ailesi özel mazeretlerinden dolayı katılamamış davete.
  • Davutoğlu ve eşi, gecenin ikisine kadar süren davet boyunca misafirlerine çok sıcak ve yakın ilgi göstermişler, misafirperverlikleriyle gönülleri ihya etmişler. Ahmet Davutoğlu, “Eşimle beraber, sizlerle bu şekilde bir araya gelmeyi çok istedik. Ama benim yoğun iş programımdan dolayı bir türlü gerçekleştiremedik” diyerek aileleri bu kadar zamandır ihmal ettikleri için özür dilemeyi de ihmal etmemiş.
  • Mağdurlardan birçoğu, Bülent Arınç’ın müzakereleri yürütecek doğru isim olup olmadığını sorguluyor. Sebep, Arınç’ın duyarsız ve kaba yaklaşımı ile Mavi Marmara konusu hakkında fazla bir bilgisinin olmaması. Hızlı hızlı konuşup söyleyeceklerini bitirdikten sonra toplantıyı (erkenden) terk etmesini de konuya olan duyarsızlığının bir göstergesi olduğunu düşünüyorlar.
  • Arınç’ın tavırlarından çok rahatsız olan bazı mağdurlar, Ahmet Davutoğlu ile yalnız kaldıklarında, ondan Arınç’ın kendilerini çok üzen bu duyarsız ve kaba tavrını Başbakan Erdoğan’a anlatmasını istemişler. Davutoğlu da anlatacağına dair söz vermiş.
  • Ahmet Davutoğlu son derece sevecen ve anlayışlıymış. Şehit ailelerine “Sizler bize şehitlerimizin emanetisiniz. Size baskı yapmak gibi bir şey söz konusu bile olamaz. Alacağınız karar hangi doğrultuda olursa olsun, başımızın tacısınız. Sizin kabul etmeyeceğiniz hiçbir şeye imza atmayız” demiş.
  • Aileler Erdoğan’ın da, Davutoğlu’nun da samimiyetine ve iyi niyetine çok güveniyorlar.

ŞEHİT AİLELERİNİN MANİFESTOSU

Mavi Marmara mağdurlarının 8 Nisan 2013 Pazartesi günü, manifesto niteliğindeki ortak basın bildirisinde ise şu ifadeler yer alıyordu:

Tazminat alınırsa davalar geri çekilmeli” beklentilerinin ve “Tazminatınızı alıp konuyu kapatın” yaklaşımlarının arttığı şu günlerde, konuyla ilgili düşüncelerimizi Mavi Marmara yolcuları adına kamuoyuyla paylaşma ihtiyacını hissetmekteyiz.

Bizler, Mavi Marmara’nın yola çıkış gerekçelerini görmezden gelerek, özrün kabul edilmesinin bir şartı olan tazminat konusunun basında tartışılmaya başlandığına, bizim adımıza rakamlar ortaya atılıp hesaplar yapıldığına üzülerek şahit olmaktayız.

İsrail çok açık olmasa da özür ifadeleri kullanmış, böylece suçlu olduğunu, suç işlediğini ikrar etmiştir. Bu sebeple İsrail’in özrünün, suçu işleyen askerlerini yargılayıp cezalandırması ile inandırıcı olabileceği de açık bir husustur. Buna yönelik bir adımın atıldığı açıkça görülebilmelidir.

Ayrıca bizler yine İsrailli askerler ve komutanlar adına açtığımız ceza davalarını devam ettireceğimizi bildirir, ödenecek tazminatlar karşılığında bu davalardan vazgeçmemiz yaklaşımını kabul edilir bulmamaktayız.”

Mavi Marmara mağdurlarının basın bildirisinin ertesi günü, İsrail ile Türkiye arasında, 11 Nisan 2013’te başlatılması planlanan “tazminat” görüşmeleri, Türk tarafının talebi ile 22 Nisan 2013’e ertelendi.

14 Nisan 2013 günü a haber kanalına konuk olan Bülent Yıldırım, İHH’nın ve şehit ailelerinin, davaların kapanması konusundaki duruşunu net bir şekilde açıklayarak şunları söyledi:

… Naziler hakkında açılan davalar yetmiş yıldır devam ediyor. Biz nasıl üç yılda kaldıralım? Davalar özürden de, tazminattan da, ablukadan da daha önemli. Çünkü biz adaletin peşindeyiz. Bu davanın peşini bırakırsak, bundan sonra hiçbir yerde adalet arayamayız.

Nitekim Türkiye sisteminde de ceza davaları kamu davalarıdır ve bunları kaldıramazsınız. O yüzden bu emri veren ve o operasyona katılan herkes tek tek yargılanacak. Bunların hepsinin isimleri tek tek belli oluyor şu süreçte. Bu, İsrail’e karşı açılan ilk davadır. İsrail bundan önce herkese baskı yaptı ve hiçbir mağdurun, Filistinlilerin dava açmasına izin vermedi. O yüzden bu, önemli bir emsal olacak. Güney Afrika’da dava açıldı. İspanya, davayı Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne götürdü. Diğer ülkelerde de davaların açılması için uğraşılıyor. Şimdi biz bu davaları çektiğimiz zaman, diğer ülkeler de ‘Bu gemi Türkiyeli insanların aldığı bir gemiydi. Türkiyeli insanlar öldü. Onlar geri çekiyorsa biz niye devam ettirelim?’ demez mi?

Bu davalar çok önemlidir. Mesela, bundan iki sene evvel İsrail Savunma Bakanı Ehud Barak, silah fuarı için Fransa’ya gitmek istedi. Hemen iki şehit arkadaşımızın yakınlarından vekalet alarak Fransa’daki bir avukata gönderdik. Bu girişimimizin sonucunda ‘Tutuklanırım’ kaygısıyla Fransa’ya gidemedi Barak…

Ambargo meselesinde de herhangi bir düzelme yok. Gazze sahillerinde, asıl güzel balıklar on iki milde çıkar. Gazzeliler, Dökme Kurşun Operasyonu’ndan önce, yirmi mile kadar olan mesafede balık avlayabiliyorlardı. Operasyondan sonra ablukayı üç mile indirdiler. En son geçen seneki savaştan sonra, anlaşma gereği bu üç mil altıya çıkmıştı. Özür diledikleri günün gecesi tekrar üç mile indirdiler. Ayrıca İsrail, özür diledikten birkaç gün sonra Gazze’ye yine saldırdı. Bütün kapıları kapattı. İçeriye yardım girişine engel oldu. Yani kaldırılmadan ilişkilerin normalleşmesini asla doğru bulmuyoruz. Çünkü İsrail, ilişkilerin abluka kalkmadan normalleştiğini görürse eğer, Filistin’de daha çok katliam yapacak ve Filistin’e yardıma giden gemilere de daha çok saldıracaktır.”

TİCARİ KAYGILAR

Her ne kadar Davutoğlu, “İsrail’den özür talebimiz ve bu özrün gerçekleşmesiyle Türkiye’nin Suriye veya İran politikası arasında kesinlikle bir illiyet bağı yoktur, olamaz” dese de gerek İsrailli, gerekse Amerikalı yetkililerin ifadelerinden ve içerideki ve dışarıdaki Ortadoğu uzmanlarının analizlerinden İsrail’in ve ABD’nin niyetinin Ortadoğu’daki projeleri için Türkiye ile ortak hareket etmekten başka bir şey olmadığı sonucu çıkıyor.

Örneğin, doktorasını Tel Aviv Üniversitesi’nde Ortadoğu üzerine yapan Kadir Has Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Salih Bıçakçı, Aksiyon’a verdiği demeçte şunları söylüyor:

Filistin’e göçen İsraillilerin zihinlerinden silemedikleri iki tehdit vardı: Biri, ‘düşman tarafından çevrelenme’, diğeri ‘yerleştikleri topraklardan denize dökülme’. Arap Baharı kırılmaları, İsrail’deki bu algıyı yeniden gün yüzüne çıkardı. Giderek yalnızlaşan İsrail, yeni müttefik arayışlarına girdi. Önce Yunanistan’a, ardından Kıbrıs Rum Kesimi’ne el uzattı. Ancak hiçbiri ABD eksenindeki, NATO üyesi, Batı yanlısı Türkiye’nin yerini dolduramadı. Aradaki krizi kapatıp, etrafında güçlenen düşman çemberini eski müttefiki Türkiye üzerinden kırma stratejisine yöneldi. Bu yol ona ABD-NATO kalkanını güçlendirme imkânı da verecek…”

Gelişmeleri izledikçe, 28 Haziran 2012 tarihli yazısında, “İsrail ile ilişki olmadan, Ortadoğu’da politika yapmanın imkansızlığı bir defa daha ortaya çıktı” diyerek “Mavi Marmara saldırısının hem Türkiye’ye, hem de İsrail’e büyük zarar verdiğini, iki ülkenin paylaşacakları birçok konu varken ters düşmelerinin büyük talihsizlik olduğunu söyleyen, Netanyahu’nun Mavi Marmara konusunda (özür, tazminat) her ne gerekiyorsa yapıp Türkiye ile barış çubuğu tüttürmesini ve bu iki dost (!) ülkenin Ortadoğu’da işbirliği yapmasını öneren usta gazeteci Mehmet Ali Birand keşke yaşasaydı da bugünleri görseydi, diye düşünmeden edemiyorum.

İsrail’in özrü ile ilişkilerimizin düzelmesi sonucunda, İsrail-Türkiye arasındaki 2012 yılında 4 milyar doları geçen ticaret hacminin daha da artacak olması, 2008 yılında 514 bin seviyesinden 80 binlere düşen turizm kapasitesinin tekrar eski formunu bulacak olması gibi nedenlerin, Mavi Marmara Davası’na “zaten” sıcak bakmayan, merkez ve/veya “her koşulda” İsrail dostu medya için bayram vesilesi olması doğaldır elbette.

İSLAMCI CAMİANIN TEPKİLERİ

Mavi Marmara ve Filistin meselesine hassas olan yayın organlarının da konuyu hiç sorgulamadan bayram havasına girmesini, sorgulamaya kalkana da zaferden memnun olmayan münafıklar gözüyle bakmalarını, hele hele İsrail askerlerine açılan davaların adını bile anmaktan kaçınmalarını anlamakta zorlanıyorum.

Oysa en başta onların, kamuoyunu Mavi Marmara Davası’nın kapatılması riskine karşı bilgilendirmesi gerekmez miydi?

Görebildiğim kadarıyla (İslamcı camiadan olup da) bu özrü hiç sorgulamadan ve sorgulatmadan kabul edenlerin büyük çoğunluğu “Suriye’ye müdahale edilsin de ne olursa olsun!” diyen kesimden oluşuyor. O kesim ki İsrail’in Suriye üzerindeki emellerini ve niyetlerini ta başından beri (en az iki yıldır) açıkça görülmesine rağmen görmezden, duymazdan gelirler ve aynı özür meselesinde olduğu gibi, en ufak bir tartışma konusu bile yapmazlardı.

Bunun tersi de geçerli tabiî ki… Suriye’ye müdahaleye karşı olan (ve hatta İran-cı, Esad-cı vs.) kesimler de özür olayını abartılı ve saldırgan bir şekilde reddediyorlar.

ÖZÜR MÜ, ÜZÜNTÜ MÜ?

Dolayısıyla özür metnindeki sorunlu ifadeyi de pek tartışan olmadı. Oysa ki metinde apaçık olan ifadeye göre İsrail, Mavi Marmara’da can kaybına “kasıt sonucu” sebep verdiğini kabul etmiyor -bakın, aynen şu kelimelerle-: “… Hadisesinin trajik sonucuna İsrail tarafından isteyerek yol açılmadığını ve İsrail’in, can kaybı ve yaralanmalardan üzüntü duyduğunu belirtmiştir.” Burada özür kelimesi var mı? Yok. Onun yerine “üzüntü” ifadesi var.

Peki, İngilizce metinde o meşhur “özür” anlamına gelen “apology” kelimesi var mı? O da yok tabiî ki… Onun yerine “regrets” var. (He made clear that the tragic outcome of the Mavi Marmara incident was not intended by Israel and that Israel “regrets” the loss of human life and injury.)

Ha, hiç “özür” yok mu? Var… Var, ama hani o istemeden (!) oluşan trajik sonuca (ölümlere) yol açan operasyonel hatalardan bahsedilen kısımda. O da şu cümlelerle: “İsrail tarafından hadiseyle ilgili olarak yürütülen ve bir dizi operasyonel hatanın yapıldığına işaret eden soruşturma ışığında, Başbakan (Netanyahu), can kaybına veya yaralanmaya yol açan her türlü hatadan dolayı İsrail’in Türk halkından özür dilediğini kaydetmiş ve tazminat/ademi mesuliyet konusunda bir anlaşma yapılması hususunda mutabık kalmıştır.”

İşte bu kısımdaki “özür” kelimesi, İngilizce’de de apology” kelimesiyle ifade edilmiş. Bu arada medyadaki “İsrail, Türk halkından özür dilememiştir” yanılgısına da dikkat çekelim. Hepsi kayıtlara geçen bu görüşmelerde, özrün açık seçik bir şekilde Türk halkından dilendiği sabit. Sonuç olarak, ortada açık ve net bir özür var. Doğru. Ama olması gereken yerde ve şekilde değil.

Mavi Marmara davasının en önemli noktalardan biri İsrail’in ölümlere bilerek sebebiyet verdiği konusuyken ve bu, -tanık ifadeleriyle- BM’nin ilk raporuyla sabitken, ilmek ilmek örüldüğü söylenen bir özür metninde, böyle bir ifadeye nasıl izin verilir, anlamak mümkün değil?

Anladığım kadarıyla hiçbir şey için geç değil. İHH Yönetim Kurulu Üyesi Avukat Hüseyin Oruç’a bu meseleyi sorduğumda, “Bu sorunun cevabı bizde değil” demiş ve bu metnin çok şey ifade etmediğini, esas metnin İsrail’le görüşmeler başlayınca karşılıklı olarak oluşturulacağını söylemişti. Belki o metinlerde gerçeğe daha uygun bir düzeltme yapılabilir?!

Gördüğüm manzara karşısında karamsarlığa kapılsam da Başbakan Erdoğan’ın ve Davutoğlu’nun, süreci çok hassas bir şekilde takip edeceklerine ve şehit ailelerini üzecek, şehitlerin aziz hatırasına halel getirecek hiçbir anlaşmayı kabul etmeyeceklerine dair verdikleri sözleri hatırlayıp “Her şerde bir hayır vardır” deyişiyle teselli buluyorum. Zaten İsrail de verdiği sözde durmayacağını, avlanma sahasını üç mile indirerek daha ilk günden belli etti. ABD Dışişleri Bakanı istediği kadar mekik yapsın, İsrail’de bu kafa varken, hızlı bir anlaşma yapılması pek mümkün görünmüyor.

ÖZÜR METNİ

Başbakanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan ile İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu arasında bugün yapılan telefon görüşmesinde, tarafların üzerinde mutabık kalmış oldukları açıklama metinleri aşağıda sunulmaktadır:

İsrail’in Açıklaması: “Başbakan Netanyahu, bugün Türkiye Başbakanı Erdoğan’la telefonda konuşmuştur. Başbakan Netanyahu Başbakan Erdoğan’a, Başkan Obama’yla bölgesel işbirliği ve Türkiye-İsrail ilişkilerinin önemi konusunda yararlı görüşmelerde bulunduklarını belirtmiştir.

Başbakan (Netanyahu) İsrail ve Türkiye arasındaki ilişkilerin son dönemde bozulmasından üzüntü duyduğunu ve bölgede barış ve istikrarı ilerletmek için aralarındaki farklılıkları gidermeye kararlı olduğunu bildirmiştir. Başbakan Netanyahu, Başbakan Erdoğan’ın bir Danimarka gazetesine yakın zamanda verdiği mülakatı gördüğünü ve sözlerini takdir ettiğini söylemiştir.

Mavi Marmara hadisesinin trajik sonucuna İsrail tarafından isteyerek yol açılmadığını ve İsrail’in, can kaybı ve yaralanmalardan üzüntü duyduğunu belirtmiştir.

İsrail tarafından hadiseyle ilgili olarak yürütülen ve bir dizi operasyonel hatanın yapıldığına işaret eden soruşturma ışığında Başbakan, can kaybına veya yaralanmaya yol açan her türlü hatadan dolayı İsrail’in Türk halkından özür dilediğini kaydetmiş ve tazminat/ademi mesuliyet konusunda bir anlaşma yapılması hususunda mutabık kalmıştır.

Başbakan Netanyahu ayrıca, İsrail’in, sivil halkın kullanacağı malların Gazze dâhil Filistin topraklarına girişine ilişkin kısıtlamaları esas itibariyle kaldırdığını ve sükûnet devam ettiği müddetçe bu durumun da devam edeceğini ifade etmiştir. İki lider, Filistin topraklarındaki insani durumun iyileştirilmesi için birlikte çalışmaya devam etmek konusunda mutabık kalmıştır.”

Türkiye’nin Açıklaması: “Başbakan Erdoğan, bugün İsrail Başbakanı Netanyahu’yla telefonda konuşmuştur. Kendisine Türk ve Yahudi halkları arasındaki ortak tarihe dayanan ve yüzyıllardır süregelen güçlü dostluk bağlarına ve işbirliğine değer verdiğini söylemiştir. Bölgenin barış ve istikrarı için hayati stratejik öneme sahip olarak gördüğü ilişkilerin son dönemde bozulmuş olmasının üzüntü verici olduğunu ifade etmiştir.

Türkiye’nin, İsrail-Filistin ihtilafına iki devletli vizyon temelinde adil, kalıcı ve kapsamlı bir çözüm bulunmasına yönelik uluslararası ve bölgesel tüm çabalara desteğini yinelemiştir.

Başbakan Netanyahu, İsrail tarafından Mavi Marmara hadisesiyle ilgili olarak yürütülen ve bir dizi operasyonel hatanın yapıldığına işaret eden soruşturma ışığında, can kaybına veya yaralanmaya yol açan her türlü hatadan dolayı İsrail adına Türk halkından özür dilemiş, Sayın Başbakan’ımız da söz konusu özrü Türk halkı adına kabul etmiştir.

İki Başbakan, tazminat/ademi mesuliyet konusunda bir anlaşma yapılması hususunda da mutabık kalmıştır. Başbakan Netanyahu ayrıca, İsrail’in, sivil halkın kullanacağı malların Gazze dâhil Filistin topraklarına girişine ilişkin kısıtlamaları esas itibariyle kaldırdığını ve sükûnet devam ettiği müddetçe bu durumun da devam edeceğini ifade etmiştir. İki lider, Filistin topraklarındaki insani durumun iyileştirilmesi için birlikte çalışmak konusunda mutabık kalmıştır.”
22 Mart 2013 -T.C. Başbakanlık Resmi Web Sitesi

PALMER RAPORU’NA DÖNÜŞ MÜ?

Mavi Marmara Davası’nın 20 Mayıs 2013’teki duruşmasına az kaldı. O güne kadar bir aksilik olmazsa, 22 Nisan 2013’te İsrail heyeti ile ilk görüşme gerçekleşmiş olacak. Yetkililer, Mavi Marmara mağdurlarının ve özellikle de şehit ailelerinin tazminat konusundaki itirazları ve çekinceleri bu kadar ortadayken, onları üzecek bir karara imza atmazlar umarım.

İsrail’in özrü, metindeki “kasıtlı yapılmamıştır” ifadesi düzeltilmeden ve abluka kalkmadan kabul edilip bir de üstüne Mavi Marmara Davası kapatılırsa, geçen sene ortalığı ayağa kaldırdığımız ve Davutoğlu’nun B planı uygulayacağını söyleyerek sert bir şekilde reddettiği Palmer Raporu’nu kabul etmiş oluruz, daha iyi bir şeyi değil.

“Davalar kapatılırsa” mı?.. Öyle bir ihtimali düşünmek bile istemiyorum. Başbakan’ımızın ve Dışişleri Bakanı’mızın verdikleri sözlere güvenmeyi tercih ediyorum. Hem kimse kusura bakmasın, ama Mavi Marmara mağdurlarının ve şehit ailelerinin özür ve tazminat peşinde olmadığı, onların dertlerinin İsrail’in zulmüne son vermesi ve canlarına kıyan katillerin adaletin karşısına çıkması olduğu başından beri bilindiği halde tam üç yıldır özür ve tazminat peşinde koşmanın ne gereği vardı? Oraya harcanan enerjinin onda biri İsrail askerlerine karşı açılan davalar için sarf edilseydi, Mavi Marmara olayındaki haklılığımızı dünya (ve tabiî ki Türkiye) kamuoyuna anlatmak için çalışılsaydı, çok daha iyi olmaz mıydı? Neyse… 20 Mayıs’a az kaldı.

ÖZÜR AJANDASI

19 Mart: Eski İsrail Dışişleri Bakan Yardımcısı Danny Ayalon, “İsrail’in Türkiye’den özür dilemeye hazır olduğunu” duyurdu. Bu haber Türk medyasında, “İsrail, Türkiye’ye zeytin dalı uzatıyor” şeklinde yorumlandı.


20 Mart: Üç günlük bir Ortadoğu gezisine çıkan ABD Başkanı Barack Obama, Tel Aviv’de İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, Kudüs’te İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres, Ramallah’ta Filistin Yönetimi Lideri Mahmud Abbas ve Başbakan Salam Feyyad, Amman’da da Ürdün Kralı Abdullah ile görüştü.

ABD’nin Ortadoğu politikaları ile İsrail-Filistin barışı, İsrail-Türkiye ilişkileri, İsrail’in güvenliği ve Suriye’deki durumun ele alındığı görüşmelerde, İsrail kamuoyuna Amerika’nın sonsuza kadar İsrail’in dostu olduğu mesajını veren Obama, ABD ile İsrail’in ilişkisini “ebedi ittifak” olarak tanımladı.

Bu ziyaretten çok memnun kalan Cumhurbaşkanı Şimon Peres, yemekli bir toplantı düzenledi ve Başbakan Netanyahu ile Genelkurmay Başkanı, MOSSAD Başkanı gibi üst düzey isimlerin katıldığı bu toplantıda Obama’ya “İsrail’in güvenliğine yaptığı katkılardan ötürü” liyakat madalyası taktı. Peres, madalya töreni sırasında Amerika’nın Kudüs’ü İran tehdidinden koruyacağına ikna olduğunu söylerken, İran rejiminin tüm dünya için büyük bir tehdit olduğunu vurguladı.


21 Mart: Obamanın Abbas ile yaptığı ortak basın açıklamasında yer alan “Hamas Filistin’i inşa etmek değil, İsrail’i yıkmak istiyor” sözleri, Hamas ve Gazzeliler tarafından tepkiyle karşılandı.

22 Mart: Netanyahu, Erdoğan’a telefon ederek Mavi Marmara baskını nedeniyle Türk halkından özür dilediğini bildirdi.

Ürdün’ün başkenti Amman’da Kral Abdullah ile birlikte basın toplantı düzenleyen Obama, İsrail’le Türkiye’nin, Ortadoğu’nun güvenli bir yer olması için işbirliği yapmalarının her konuda aynı fikirde oldukları anlamına gelmediğini belirtti.

Netanyhahu’dan “özür” telefonunun geldiği saatlerde İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı TMK soruşturma bürosunca yürütülen, MİT Müsteşarı Hakan Fidan ve bazı MİT görevlileri hakkındaki soruşturmada takipsizlik kararı verildi.

İsrail’in özrüyle eş zamanlı olarak gelen bu takipsizlik kararı birçok kimsenin kafasında soru işaretleri doğurdu.

Gazeteci Levent Gültekin, twitter hesabında bu durumu sorgulayarak İsrail’in özrünün kabulünün Hakan Fidan’a verilen takipsizlik kararı ile ilintili olabileceği mealinde bir yorum yaparak kafalardaki soru işaretlerini kelimelere dökmüş oldu. Kendisine telefonla ulaşıp bu sözlerini biraz daha açmasını istediğimde şunları söyledi Gültekin:

“Savcının Hakan Fidan hakkındaki soruşturmadan vazgeçmesi ile aynı saatlerde İsrail’in özrü geldi. Buna tamamen tesadüf diyebilir miyiz?… Geçmişte olup bitenleri bir tarafa bırakırsak elbette tesadüf de olabilir…

Fakat Cemaatin yargı üzerindeki etkisi ve kontrolü bilinen bir şey. Yine cemaatin Hakan Fidan’a bakışı, yaklaşımı da herkesin malumu. Diğer taraftan, İsrail’in Hakan Fidan hakkındaki düşüncelerini de biliyoruz.

Cemaatin dünya çapındaki kazanımlarını muhafaza etmek için İsrail ve Yahudi lobisiyle iş tuttukları da ortada.

Öte yandan, MİT’e soruşturma olayı patlak verdiğinde, Hüseyin Gülerce’nin “Belki de savcı dış odakların adamıdır!” mealindeki açıklamaları da ortada…

Bir diğer dikkat çeken nokta ise cemaate yakın medyanın Hakan Fidan yorumları.. Bütün bunları bir araya getirdiğimizde ortaya çıkan resim pek tesadüfmüş gibi durmuyor ve ‘Bu kadar da tesadüf olabilir mi?’ diye soruyor insan. Elimde kanıt yok tabii ki, ama bütüne bakınca ortaya çıkan manzara bu. Sonuçta geçmişte alınan tutumlara bakarak bugün gerçekleşen bir olayı yorumluyoruz…” Levent Gültekin


23 Mart: ABD Dışişleri Bakanı John Kerry, Netanyahu ile İsrail-Filistin barışını konuşmak üzere Kudüs’e gitti. Ahmet Davutoğlu ve John Kerry arasındaki telefon görüşmesinde Türkiye-İsrail ilişkileri ile Kıbrıs ve Irak’taki gelişmeler ele alındı. Netanyahu -resmi Facebook sayfasında- Türkiye’den özür dilemelerinin sebebi olarak Suriye’deki kimyasal silahların radikal grupların eline geçmesi endişesini ve bölgesel tehditleri gösterdi. İsrail Milli Güvenlik Konseyi Başkanı Yaakov Amidror da Türkiye ile “Suriye konusunda daha fazla işbirliği” yapmalarının zorunlu olduğunu söyleyerek Netanyahu’ya destek verdi.

24 Mart: John Kerry, yazılı bir açıklama yaparak, Türkiye-İsrail ilişkilerinin bir an evvel normalleşerek İsrail’in bölgede karşılaştığı sorunların çözümüne ve bölgesel barışa katkı sağlamasını umduklarını belirtti.

ABD’nin önde gelen düşünce kuruluşlarından New America Foundation’dan araştırmacı Steve LeVine, Hürriyet Gazetesi’ne İsrail’in 5 milyar varillik petrol ve doğalgaz rezervinin hangi ülke üzerinden ihraç edileceği konusunda arayış içinde olduğunu söyledi.

İsrail Ordusu, askerî araçlarına ateş açılması üzerine Suriye Ordusu’na ait askerî mevziiyi vurduklarını ve gerilimin artacağı ihtimaline karşılık Golan’a takviye birlikleri gönderdiklerini duyurdu.


25 Mart: İsrail Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Emira Oron, ihtiyaç malzemelerinin Gazze’ye girişine izin verdiklerini bildirdi.

Anadolu Ajansı muhabirine konuşan El-Halil Vakıflar Müdürü Zeyd el-Caberi, İsrailli yetkililerin İbrahim Camisi’ni (27-28 Mart’taki Hamursuz Bayramı nedeniyle) Filistinlilerin ibadetine kapatacaklarını ve Yahudi yerleşimcilerin ibadetine tahsis edeceklerini bildirdiklerini söyledi.

İsrail Hükümeti, Filistin’in BM’de “gözlemci devlet” statüsü kazanmasına tepki olarak, (Filistinlilerin elektrik borçlarını ödemedikleri bahanesiyle) el koyduğu -Filistinlilere ait- aylık 125 milyon dolar vergi gelirini serbest bıraktığını açıkladı.


26 Mart: İsrail, Gazzeli balıkçıların avlanma sınırlarını, Gazze’den İsrail topraklarına roket atıldığını ileri sürerek 3 mile indirdi.

27 Mart: Filistin ve İsrailli iş adamları arasındaki problemlerin çözümü için, Kudüs Uluslararası Tahkim Merkezi’nin başkanlığına seçilen Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu, imza töreni için Kudüs’e gitti.

28 Mart: Davutoğlu’nun, İsrail’in özür dilemesinden birkaç ay önce İsrail’e giderek müzakerelerde bulunduğuna dair haberler, T.C. Dışişleri Bakanlığı tarafından bir açıklamayla yalanlandı. Açıklamada iddiaların provokatifliğine vurgu yapıldı ve bu haberlerin asılsız iddialarıyla ünlü marjinal bir gazetenin İran kaynaklarına dayandırarak yaptığı hayal ürünü iftiralardan ibaret olduğu bildirildi.

29 Mart: 50 yaşın altındaki Filistinlilerin Mescid-i Aksa’ya sokulmamasını protesto eden Filistinliler ile İsrail polisi arasında arbede yaşandı.

İsrail ile tazminat görüşmeleri yapılması için oluşturulan komisyonun başkanlığına Bülent Arınç getirildi.


31 Mart: Filistinliler, Mescid-i Aksa’nın avlusunda ibadet etmek isteyen Yahudi yerleşimcilere engel oldu. İsrail polisinin duruma elektrikli tabanca ile müdahale etmesi sonucu bazı Filistinliler yaralandı, 10 Filistinli de gözaltına alındı.

Netanyahu, İsrail’in Akdeniz’de kurduğu Tamar Kuyusu’ndan çıkardığı doğalgazı borularla İsrail’e aktarması üzerine yaptığı açıklamada, ülkelerinin enerji bağımsızlığı yolunda dev bir adım attığını vurguladı.

Enerji Bakanı Taner Yıldız, İsrail’de bulunan doğalgaz hakkındaki sorular üzerine, bölgede geliştirilen doğalgaz ve petrol projelerine kayıtsız kalamayacaklarını ama bu konunun fazla konuşulmasının da İsrail’in özrünün gerekçelerini gölgeleyeceğini düşündükleri için şimdilik sadece izlemekle yetindiklerini vurguladı. Taner Yıldız, 2012 yılında İsrail ve Rumlar tarafından Akdeniz’de çıkarılacak doğalgazın Türkiye üzerinden Avrupa’ya taşınması planına karşı çıkarak, “Mavi Marmara konusu bu hale gelmeseydi, yürütülebilecek çok fazla ortak proje vardı. Ama bu doğalgaz 9 tane canımızı taşıyabilecek durumda değil” demişti.


1 Nisan: Dünya gazetesine açıklama yapan Uluslararası Nakliyeciler Derneği (UND) Başkanı Çetin Nuhoğlu, “İsrail ile yaşanan bu olumlu gelişmelerden dolayı İsrail’in Hayfa Limanı’nı çok sık kullanabiliriz ve bizim için önemli bir liman olabilir. Hayfa Limanı’ndan Ürdün’e, Ürdün’den de Türkiye’ye geri mal taşınabilir. Hayfa Limanı bizim için bir aktarma limanı olabilir. Hayfa Limanı ile Türk limanları arasında nasıl bir Ro-Ro hizmeti başlatılabileceğinin analizlerini yapıyoruz. Şu anda bir süreç haritası hazırlıyoruz. Ben bu konuda umutluyum. İki ülke arasında taşıma yapılması ekonomiyi canlandırır, barış getirir ve ilişkileri geliştirir” dedi.

UND eski Yönetim Kurulu Üyesi Mustafa Yılmaz, Nuhoğlu’nun bu sözlerine karşı Ulaşım Gazetesi’ne yazılı bir açıklama gönderdi. Açıklamasında, İskenderun-Hayfa Hattı Ro-Ro Taşımaları’nın 19 Kasım 2012 tarihinde başladığını hatırlatan Yılmaz, “Sisa Denizcilik tarafından İskenderun Limakport Limanı’ndan Hayfa Limanı’na Ro-Ro seferleri başlatıldı. 10 Aralık 2012’de düzenlenen törenle yapılan ikinci açılış ise Adalet Bakanı Sadullah Ergin ve Gümrük ve Ticaret Bakanı Hayati Yazıcı’nın katılımıyla gerçekleşti. Karşılıklı olarak haftada iki sefer yapılıyordu. İskenderun’dan çıkan 120 araç kapasiteli Ro-Ro gemileri, önce Hayfa Limanı’na uğruyor, daha sonra Mısır’a gidiyordu” dedi.


2 Nisan: İsrail Cezaevi’nde tutuklu kanser hastası 64 yaşındaki Meysere Ebu Hamdiye hayatını kaybetti.

Mavi Marmara şehitlerinin aileleri, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun konutunda ağırlandı. Ailelerin süreç hakkında bilgilendirildiği ve görüşlerinin dinlendiği davete Bülent Arınç ve İHH yetkilileriyle bazı Mavi Marmara yolcuları da katıldı.


3 Nisan: Suriye sınırından İsrail’e top atışı yapıldığı, İsrail’in de buna karşılık verdiği bildirildi.

Gazzeliler Ebu Hamdiye’nin ölümünü protesto ettiler. Hamas liderlerinden İsmail Rıdvan, uluslararası kamuoyunu İsrailli liderler aleyhine dava açmaya çağırırken, Filistinli direniş gruplarını da Filistinli mahkumlarla takas yapabilmek için İsrail askerlerini kaçırmaya çağırdı.

İsrail Radyosu’ndan yapılan açıklamada, Gazze’den İsrail’in güneyine iki füze atıldığı ama can kaybı olmadığı belirtildi.

İsrail savaş uçakları, Gazze’nin doğusundaki boş arazilere füze attı. Bu saldırının Gazze’den atılan füzelere karşılık olduğu ileri sürüldü.

Bülent Arınç, Mavi Marmara saldırısında yakınlarını kaybedenlerin, İsrail’in özrünü “fevkalade” sevinçle karşıladıklarını söyledi.

Filistin Esirler Yüksek Kurulu tarafından yapılan açıklamada, Ramon ve Nefha Hapishaneleri’ndeki gardiyanların kötü muamelesini protesto etmek için 50 kişiyle başlayan açlık grevinin, Ebu Hamdiye’nin ölümünden sonra diğer hapishanelere de yayıldığı bildirildi.

Mavi Marmara gazilerinden birinin Türk basınında yer alan “Tahsil edeceğim tazminatı, Filistin’de Hamas’a ellerimle teslim edeceğim” şeklindeki sözleri, İsrail basını tarafından “Tazminatı İslamî Cihad Örgütü Hamas’a verecek” vurgusu ile kullanıldı.


4 Nisan:
İsrail Cezaevi’nde hayatını kaybeden Filistinli mahkum Ebu Hamdiye’ye yapılan otopside, kanser hastalığının Hamdiye’nin bütün vücuduna yayıldığı ve ölümünde tıbbî ihmalin olduğu ortaya çıktı.

Lübnan Cumhurbaşkanı Mişel Süleyman, İsrail’in Ebu Hamdiye’nin ölümüne neden olan ihmallerini kınayarak, uluslararası kamuoyunun İsrail’e Filistinli mahkumlara kötü muamele etmeye son vermesi için baskı yapması gerektiğini vurguladı.

Batı Şeria’daki protesto gösterilerine katılan 17 yaşındaki iki Filistinli genç, İsrail askerlerinin açtığı ateş sonucu hayatını kaybetti. Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas, iki gencin ölümünden ve ülkede tırmanan gerginlikten İsrail’i sorumlu tuttu.


7 Nisan: Batı Şeria’daki Yahudi yerleşimciler, Beytüllahim kentinde cami duvarlarına “Araplardan intikam alınacak!”, “Bedel ödenecek!” şeklinde tehdit edici sloganlar yazdılar.

ABD Dışişleri Bakanı Kerry, Çırağan Sarayı’nda düzenlenen basın toplantısında, Türkiye ve İsrail’in ABD için hayati öneme sahip müttefikler olduğunu vurgulayarak, iki ülkenin ilişkilerinin normalleşmesinin daha büyük işbirlikleri için kapı açabileceğini söyledi.

Filistin Devlet Başkanı Abbas, kendisini Ramallah’ta ziyaret eden Ortadoğu Dörtlüsü Temsilcisi Tony Blair’e barış müzakereleri hakkında bilgi verdi.


8 Nisan: John Kerry ile Mahmud Abbas biraraya gelerek İsrail’le barış müzakerelerinin yeniden başlamasını görüştüler. Abbas, müzakerelere başlamadan önce Filistinli siyasi mahkumların serbest bırakılmasını istedi.

Mavi Marmara mağdurları basın toplantısı düzenleyerek özür ve tazminat konusundaki görüşlerini kamuoyu ile paylaştı.

İsrail yönetimi Gazze’den atılan roketleri gerekçe göstererek Kerem Şalom Sınır Kapısı’nı süresiz olarak kapattı.

Yediot Ahronot Gazetesi’nin haberine göre, Türkiye ile Irak ve Ürdün arasındaki nakliyatlar, Suriye’deki iç savaş nedeniyle İsrail üzerinden yapılıyor. Gazetenin haberine göre bu hattaki TIR’ların sık sık saldırıya uğraması nedeniyle Türkiye ve İsrail yetkilileri gizli bir anlaşma imzaladılar. Bu anlaşmaya göre Irak ve Ürdün’e gidecek mallar, Mersin Limanı’ndan İsrail’in Hayfa ve Aşdod Limanları’na daha sonra da İsrail TIR’larıyla Ürdün ve Irak’a naklediliyor. Gazeteye göre bu rota üzerinden son aylarda yüz milyonlarca dolarlık sevkiyat yapıldı.


9 Nisan: İsrail ordusu, yerlerini tespit ettikleri tehlikeli patlayıcıları etkisiz hale getirmek gerekçesiyle karadan tank ve buldozer, havadan keşif uçakları ve helikopterler eşliğinde Refah kentindeki Sofya Sınır Kapısı’ndan Gazze’ye girdi.

İsrail heyetinin “tazminat görüşmeleri” için yapacağı 11 Nisan tarihli Ankara ziyareti 22 Nisan’a ertelendi. İsrailli yetkililer bu ertelemenin Türk tarafının talebi üzere olduğunu vurguladılar.

ABD Dışişleri Bakanı John Kerry, Filistin lideri Mahmut Abbas, İsrail Devlet Başkanı Şimon Peres ve İsrail Başbakanı Netanyahu ile 2010 yılından beri donmuş olan barış sürecini yeniden canlandırmak için görüşmeler yaptı.


12 Nisan: Suriye’den İsrail’in Golan bölgesine top atışı yapıldığı, İsrail’in de buna karşılık verdiği öğrenildi.

İsrail Başbakanı Netanyahu, İsrail’in geçmişe nazaran daha fazla tehdit altında olduğunu öne sürdü.


14 Nisan:Başbakan Erdoğan, Mayıs ayının sonlarına doğru Gazze’ye gideceğini açıkladı.

Gazze-İsrail arasındaki tek ticari sınır kapısı Kerem Şalom bir günlüğüne açıldı. Filistin Başbakanı Selam Feyyad istifa etti.


15 Nisan: İsrailde yayınlanan Yediot Ahronot gazetesi, Ankara-Tel Aviv arasındaki yumuşamanın üzerinden sadece birkaç hafta geçmiş olmasına rağmen, binlerce İsrailli turistin daha şimdiden bu yaz tatillerini Türkiye’de geçirmek üzere turizm şirketlerine akın ettiğini bildirdi.

16 Nisan: Jerusalem Post gazetesi, Filistin Yönetimi’nin, Erdoğan’ın Gazze’ye gitmesine engel olmak için Amerika’da lobi yaptırdığını iddia etti. Gazeteye göre Mahmud Abbas’ın danışmanlarından olan Ezzem El Ahmed de yakında Ankara’ya gidecek olan Abbas’ın Erdoğan’ı Gazze’ye yapacağı resmi ziyaretten (Hamas’ı meşru göstereceği gerekçesiyle) vazgeçirmeye çalışacağını söyledi.

Jerusalem Post, okuyucularına geçtiğimiz ay adını veremedikleri Filistinli bir yetkilinin ağzından yaptıkları benzer haberin Filistinli yetkililer tarafından yalanlandığını, ama şimdi açık kimliğiyle demeç veren El Ahmed’in de aynı şeyleri söylediğini vurguluyor.


Nisan: ABD Kongresi’nin Temsilciler Meclisi Dış İlişkiler Komitesi’nde ABD Dışişleri Bakanlığı’nın 2014 yılı bütçesiyle ilgili toplantıda milletvekillerinin sorularını yanıtlayan John Kerry, Türkiye ile İsrail arasında 22 Nisan’da başlayacak müzakerelerin, iki ülkenin ilişkilerinin normalleşmesi açısından çok önemli bir gelişme olduğunu vurgulayarak tazminat konusunun çözüleceğini ve her iki ülkenin büyükelçilerinin de görevlerine döneceğini umduğunu söyledi.

19 Nisan: Türkiye’deki İsrail Temsilcilikleri Resmi Blogu’nda yer alan habere göre, İsrail İstanbul Başkonsolosluğu, İsrail’in 65. Kuruluş Yılı Etkinlikleri kapsamında Conrad Otel’de resepsiyon verdi. Başkonsolos Moshe Kamhi’nin ev sahipliği yaptığı resepsiyonda, Tansu-Özer Çiller çifti ve eski İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin de bulunuyordu. Resepsiyonun açılışında her iki ülkenin milli marşları çalındı. Açılış konuşmasını yapan İsrail İstanbul Başkonsolosu Moshe Kamhi, İsrail’in Mavi Marmara özründen sonra diyalogların başlaması gerektiğini vurguladı.

20 Nisan: Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas Türkiye’ye geldi.

Haliç’teki Mavi Marmara gemisinde bir araya gelen Mavi Marmara şehitlerinin aileleri ortak bir basın toplantısı düzenlediler.

Çok sayıda televizyon kanalının geldiği toplantıda aileler adına konuşan Çiğdem Topçuoğlu, İsrail-Türkiye ilişkilerinin düzelmesinin tazminat şartına bağlandığı ve bu tazminat karşılığında tüm davaların geri çekileceği şeklindeki yaklaşımlara cevap verme zorunluluğu doğduğunu vurgulayarak şunları söyledi:

Mavi Marmara Şehitleri’nin yakınları olarak, İsrail’in özrünün ardından gelişen süreçte Mavi Marmara ve Gazze Özgürlük Filosu’nun yola çıkış amaçları görmezden gelinerek, tazminat meselesi üzerine Türkiye ve dünya medyasında yapılan tartışmaları üzüntüyle karşılamaktayız.

2 Nisan 2013 tarihinde Sayın Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun daveti ve ev sahipliğinde Sayın Bakan ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç ile bir araya geldiğimiz yemekte, Hükümet tarafından süreçten ilk kez resmi olarak haberdar edilip muhatap olduğumuzu belirtmeliyiz.

Söz konusu toplantıda tazminatla ilgili görüşülmelerden dolayı duyduğumuz rahatsızlığı bildirmemize rağmen, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç başkanlığındaki heyetin apar topar bu görüşmeleri planlaması, süreç hakkında rahatsız edici beyanatlarda bulunulması, davalardan vazgeçileceği hakkındaki beyanatların tamamı bizim dışımızda olup, karşı olduğumuz rahatsız edici ifadelerdir.

Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın bu sürece olumlu bir katkı sağlayacağını düşünmüyoruz.

Mavi Marmara gemisine yapılan saldırıda evladını, babasını, kardeşini, eşini kaybeden bizler, saldırının üzerinden geçen 3 seneden sonra, Netanyahu’nun Başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan’dan özür dilemesinin ardından, şehit yakınları olarak, adımıza rakamlar ortaya atılarak hesaplar yapıldığını ve tazminat meselesinin kamuoyunun gündemine oturduğunu görmekteyiz.

Mavi Marmara’da şehit verdiğimiz yakınlarımız, Filistin davası için bugüne kadar mücadele eden ve bedel ödeyen binlerce Müslüman ile aynı amaçla yola çıkmıştı. Onlar BM raporları ve uluslararası hukuk normlarında haksızlığı kesin bir şekilde kabul edilmiş olan ölümcül abluka nedeniyle gıdaya, ilaca, oyuncağa muhtaç, mazlum, mağdur Filistinlilere yardım götürmek, çocuklara park yapmak, Gazzeli kardeşlerimizle kucaklaşmak amacındaydı.

Bazısı kendisi de yetim büyümüş olan yakınlarımız, yetim çocukları sevindireceklerdi.

Onlar, dünyanın dört bir yanından insanlığın yardımı ile beraber sevgisini ve vicdanını da Gazze’ye taşıyorlardı. Ancak İsrail askerleri, Mavi Marmara gemisine yaptıkları saldırı ile insanlık tarihine bir vahşet daha eklediler.

İnsani yardım gönüllüsü olan silahsız ve savunmasız yakınlarımızın üzerine saatlerce ve pervasızca kurşun yağdırdılar. Yaralı durumda olanlara yakın mesafeden ateş ederek kasten ve taammüden onları şehit ettiler. Mavi Marmara gemisinde vahşeti canlı yayında seyredilen bir katliam yaşandı. İnsanlığa karşı işlenen bu suçun özrü olamaz. Devletlerarasında uluslararası hukuk teamülleri gereği yapılan görüşmeler, bizlerin hukuk mücadelesine etki edemez.

Dolayısıyla İsrailli komutanlar hakkında devam eden ceza davamız ve tüm diğer hukuki süreçlerden özür ve tazminat karşılığında vazgeçeceğimiz iddiasını bizlere yapılmış bir hakaret olarak görmekteyiz.

İsrail, neredeyse 70 yıldır Nazilere -tek tek takip ederek- hesap sormaktadır. İşlemiş oldukları suçlar nedeniyle ödedikleri tazminatın yüksekliği bir yana, halen bulunan her Nazi -90 yaşında bile olsa- İsrail tarafından yargılanıp cezalandırılıyor. Bunu son Nazi’ye kadar sürdüren İsrail’in, kendi katliam ve suçunu hemen kapatıp hızlı bir şekilde bu sorumluluktan kaçmaya çalıştığını görüyoruz.

Kaldı ki bölgede İsrail’in zulmünün devam ettiğini, Gazze’nin İsrail askerlerinin kuşatması ve her daim müdahalesi altında olduğunu, Kudüs’ün asli kimliğinin değiştirilmeye çalışıldığını, kısacası Filistin’de kardeşlerimizin her geçen gün daha da büyük acılar çektiğini de görmekteyiz. Dolayısıyla Filistinli kardeşlerimiz üzerindeki abluka kaldırılmamış ve Filistin topraklarında mağdur edilen insanların haklarının iadesi için hiçbir adım atılmamışken, İsrail ile tazminat görüşmesi yapılmasını şehitlerimize bir saygısızlık olarak görmekteyiz.

Mavi Marmara, insanlık onurunun bir sembolüdür. Filistin halkı da en az diğer halklar kadar yardıma muhtaç olmadan, özgürce seyahat ederek, onurlu bir yaşamı hak ediyor. Dolayısıyla Mavi Marmara’yı Filistin ve Kudüs davasının bir parçası ve şehitlerimizin emaneti olarak gördüğümüzü ve bu davanın hayatımız boyunca yılmaz savunucusu olarak mücadelemizi sürdüreceğimizi, İsrailli asker ya da sivil sorumluların cezalandırılmasını talep eden davalarımız dâhil olmak üzere, hiçbir davamızdan vazgeçmeyeceğimizi kamuoyuna duyururuz.”

Toplantının sonunda özel olarak görüştüğümüz aileler, her ne kadar Bülent Arınç’ın davranışlarından ötürü hayal kırıklığına uğramış olsalar da Başbakan Erdoğan’ın ve Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun samimiyetlerine güvendiklerini ve kendilerini bu “kutsal” davalarında yalnız bırakmayacaklarına inandıklarını ifade ettiler.

Mavi Marmara şehitlerinin ailelerinin düşüncelerini bildiren bu önemli basın duyurusu, sadece birkaç televizyon kanalındaki ana haber bülteninde 1-2 dakika arasında yer aldı.

TVNet: 10-15 saniye (Giriş bölümündeki haber özetinde)

Fox TV: 1 dakika

Kanal 7: 1,5 dakika

Kanal 24: 1,5 dakika

Hilal TV: 2 dakika

CNN Türk: 2 dakika

Haber Türk: 2,5 dakika

Bu duyuru, ATV, TRT 1, TRT Türk, TRT Haber, TGRT Haber, Show TV, Sky Türk, Flash TV, Beyaz TV, Kanal Türk, Samanyolu, Samanyolu Haber, Bugün TV ve Ülke TV’de ise yer almadı.


21 Nisan: Ailelerin basın duyurusu sadece Milli gazetenin ilk sayfasında göbekten hakkıyla görünürken, diğer gazetelerin arka sayfalarında en fazla yarım sayfalık yer kapladı.

Rum Simerini gazetesinin haberine göre, Rum bakanların İsrail Başbakanı Netanyahu’yla yaptıkları görüşmede Netanyahu, İsrail doğalgazının Avrupa’ya Türkiye üzerinden götürülmesinin söz konusu olmadığını net bir biçimde açıkladı.

Sunday Times Gazetesi’nin haberine göre İsrail’in, ABD Başkanı Barack Obama’nın aracılığıyla Türkiye’den özür dilemesi ve iki ülke arasında normalleşme sürecinin başlamasının gerçek nedeni, İsrail’in Ankara’daki Akıncı Hava Üssü’nü kullanmak istemesiydi. Bu iddia, Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Levent Gümrükçü tarafından kesin bir dille yalanlandı.

Hürriyet gazetesinin Washington Temsilciği’nin haberine göre İsrail lobisi AIPAC, Türkiye ile İsrail arasındaki yakınlaşmanın yavaşlaması üzerine Amerikan Kongresi’nin Temsilciler Meclisi kanadında, nükleer programından dolayı ABD tarafından İran’a uygulanan tek taraflı yaptırımlara rağmen Türkiye’nin Halkbank üzerinden İran’la ticareti arttırdığı iddiasıyla Türkiye aleyhine bir imza kampanyası başlattı. Kampanyaya 47 milletvekili imza verdi. Bu kampanya çerçevesinde yazılan mektupta, Türkiye’nin Hamas’la kurduğu ilişkiden kaynaklanan endişelere de yer verilerek, Türkiye’nin Hamas’a sağladığı maddi destekten duyulan kaygı vurgulandı ve Türkiye’nin (Şubat ayı içinde TBMM’den geçen) terör finansmanını önleme yasası konusunda gerekli yasal düzenlemeleri halen tamamlamadığından yakınıldı.

İsrail heyetinin ziyareti öncesi Suriye Halkının Dostları Grubu, Dışişleri Bakanları Toplantısı’na katılmak üzere İstanbul’a gelen ABD Dışişleri Bakanı Kerry, toplantının sonundaki basın toplantısında Türkiye ile İsrail’in tekrar yakınlaşmasının, İran ve Suriye konusunda kendilerine güç vereceğini vurgulayarak Erdoğan’dan Gazze ziyaretini (barış süreci açısından kritik olduğu gerekçesiyle) ertelemesini ya da iptal etmesini istediğini söyledi.

Kerry, Mahmud Abbas ve Ahmet Davutoğlu ile ayrı ayrı gerçekleştirdiği basına kapalı görüşmeler hakkında bilgi vermedi.

John Kerry, İsrail’in Türkiye’nin hava üslerini kullanmak istediği haberleri hakkındaki düşüncesini soran gazetecilere “Bu konuda yorum yapabilecek bilgiye sahip olmadığını, ama kamuoyuyla paylaşılmamış böyle bir görüşmeyle ilgili -gerçek bile olsa- yorum yapmasının uygun olmadığını” söyledi.

0 Yorum ↓

Yorum Yok

Yorum Yazın