Bölüm

Amerika’nın hukuk ve vicdanla imtihanı: Furkan Doğan

1991, New York-31 Mayıs 2010, Gazze yolu-uluslararası sular

Doğan ailesinin üç çocuğundan en küçüğüydü Furkan. 20 Ekim 1991’de ABD’nin New York eyaleti Troy şehrinde dünyaya geldi. 1993 yılında ailesiyle Türkiye’ye döndü ve Kayseri’de yaşamaya başladı. ABD’de doğmuş olması nedeniyle ABD vatandaşı olduğu için lise son sınıf öğrencisi iken, üniversite eğitimi için (9 Mayıs 2010’da) yabancı uyruklu öğrencilerin girdiği YÖS sınavına girdi. Bu sınavdan ilk yüze girecek kadar iyi bir derece aldığını gemiye binerken öğrendi. Döndüğünde Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’ne kaydını yaptıracaktı. Gazze’den döndükten sonra Amerika’ya gidip doğduğu yerleri görmeyi planlamıştı.

Furkan’ın yaşının küçüklüğünü eleştirenler,
Furkan’ı vuran askerlerin onun akranları olduğunu unutuyorlar.
Peki, onlara ne demeli?”
Ahmet Doğan (Babası)

4 Ağustos 2010, Kayseri

Mavi Marmara baskınından sonra haber alamadığı küçük oğlu Furkan’ı morgda bulan acılı baba Ahmet Doğan, yaşadıklarını titreyen sesiyle anlatıyordu televizyon muhabirlerine… Onu dinleyenlerin içine işleyen, boğum boğum çıkan kelimelerden ziyade sesindeki ve gözlerindeki o yoğun, o dipsiz acıydı…

“Uçağa binenler arasında yoktu… Ölüler arasında yoktu… Yaralılar arasında yoktu… İsrail’de kalanlar arasında yoktu… Ülkelerine iade edilenler arasında yoktu… Belki ABD vatandaşı olduğu için oraya göndermişlerdir diye umuyorduk… Sonra, “Teşhis edilemeyen cenazeler var, sizi oraya götüreceğiz.” dediler… Ve oğlumu morgda buldum… Nur yüzlüydü… Kurşun izleri dışında uyuyor gibiydi… Gülümsüyordu… Kaç gün geçmişti ama hâlâ sıcaklığı vardı. Çok tatlıydı… Öptüm. Kokladım… Tüm ömrü gözümün önünden geçti… İnanamadım… Ben oraya onu karşılamaya, alıp eve götürmeye gitmiştim. Annesi, “Üç gündür elbiselerini değiştirmemiştir, terlemiştir, kirlenmiştir. Hemen değiştirsin üstündekileri…” diyerek temiz elbiseler göndermişti ona…”

Nasıl bir çocuktu Furkan?

Çok ince ruhlu, yardımsever, cömert, daima güler yüzlü, yaşına göre çok olgun bir çocuktu. Çok tertipli ve düzenliydi. Bir yaz tatilinde gittiğimiz şehirlerden birinde, caddelerin ve asfaltların çok kötü olduğunu görünce, o küçük yaşına rağmen kızmış, “Ben büyüyünce tüm bunları düzelteceğim!” demişti.

Giyimine ve temizliğine çok dikkat ederdi. Büyüklerine çok saygılıydı. Asla kimseyi kırmaz, kaba söz ve davranışı olmazdı. Çok edepliydi, yüksek sesle dahi konuşmazdı. Ehliyet almıştı, araba sürmeyi çok severdi ama ona rağmen gerekli gereksiz istemezdi arabayı.

İkramda bulunmayı, hizmet etmeyi çok severdi. Yardımseverliği ise apayrıydı. Yaptığı yardımları asla dillendirmez, gizli yapar, bizler sonradan başkalarından duyardık. Harçlıklarının çoğunu hayır işlerine bağışlardı.

Geçen sene yaz okulunda kurs alan öğrencilere hizmet edecek gönüllü arandığında, Furkan ordaydı ve bir yaz boyunca mutfakta yemek servisinde çocuklara hizmet etmişti. Çok yoruluyor, akşamları bitkin vaziyette eve geliyor ama vazgeçmiyordu. Kurs sonunda Furkan’a hizmetine karşılık ücret vermek istemişler, ama o almak istememiş, çok ısrar edilince verilen parayı almış ve ertesi gün, Cuma namazı çıkışında tüm parasını bağışlamış. Ertesi gün annesinden harçlık isteyince, annesi “Dün ücret verdiklerini söylemiştin, ne yaptın?” demiş, Furkan da “Vakıf parasını yemek istemedim, ben oraya Allah rızası için hizmet ettim, o yüzden hayır yerine bağışladım.” demiş.

Kursta Furkan’ın böyle canla başla hizmet ettiğini görenler, oradaki hizmetli kadının oğlu zannedip, harçlığını çıkarmak için çalıştığını zannetmişler, sonradan işin aslını öğrenince çok şaşırmışlar. “Ben üniversitede bir hocanın oğluyum.” diye büyüklenmeyen, mütevazı bir çocuktu. (Ahmet Doğan, Erciyes Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi’nde Yrd. Doç.Dr.) Ahlaken, gerçekten çok müstesna bir çocuktu. Gülen yüzü, davranışları ve muhabbeti ile tanıyan herkese huzur verirdi. Furkan’ı tanıyan birinin ondan ayrı kalmaya dayanması gerçekten çok zor.

Dini yönü çok mu güçlüydü?

Furkan inançlı bir çocuktu, imanı kuvvetliydi, sürekli kitap okuyarak araştıran ve öğrenen bir çocuktu. Biz muhafazakâr bir aileyiz. Ama çocuklara “İlla böyle düşüneceksiniz!” diye baskı kurmadık. Eğriyle doğruyu bilen erdemli bir çocuktu Furkan. Fıtraten gerçekten farklıydı.

 

Gazze’ye gitme kararını nasıl aldı?

Daha önceki kara konvoyuna da katılmak istemiş ama o dönem sınavları olduğu için başvuru yapmamıştı… Üç ay önce, okulundaki bir kız öğrenci Gazze için yardım toplamak istemiş ve “En fazla yardımı toplayabilmem için yanıma öyle birisini almam lazım ki hem kızlar hem erkekler tarafından sevilen biri olsun.” diyerek Furkan’a gitmiş. Birlikte toplamışlar yardımı. Arkadaşının söylediğine göre, toplanan yardım beklediklerinden çok fazla olmuş.

Daha sonra, İHH’nın Kayseri’de billboardlardaki ilanlarını görmüş. Ardından internet sitesinden başvuru yapmış. O akşam bize de başvuru yaptığını, kabul edilirse gitmek istediğini söyledi. Biz de “Kabul edilirsen gidebilirsin.” dedik. Bunun üzerine vakfın Kayseri bürosuna her gün telefon ederek ya da bizzat giderek “Kontenjan belli oldu mu?” diye soruyordu.

Kayseri’nin kontenjanı dokuz kişiymiş. O dokuz kişi arasına giren bazıları, sonradan işleri çıktığı için başvurularını iptal etmişler. Furkan da yoğun ısrarları sonucu, gelmeyenlerden birinin yerine kabul edilmiş kontenjana. Gideceğinin kesinleştiği gün haberi vermek için koşa koşa, sevinç içinde gelmişti eve.

İzin vermemeyi düşündünüz mü hiç?

Yardım etmenin, insanlarla dayanışmanın faziletleri ile büyüttüğümüz çocuğumuza bir yardım faaliyetine katılmak istediği zaman nasıl “Hayır!” diyebilirdik ki?

Ayrıca Furkan’ın, hayatı boyunca hiçbir zaman makul olmayan talepleri olmamıştır. Bu talebi de öyleydi. Bu yüzden izin verdik, rıza gösterdik. Pişman da değiliz.

Saldırıdan nasıl haberiniz oldu?

Gemide olan biteni sürekli internetten izledik. Furkan alt katta da üst katta da koşturup duruyormuş. Canlı yayında hiç görmedik.

Annesi de ben de “Oğlum, bir geçsen de görsek.” diyorduk.

Gemiye taciz başlayınca, herhalde gemiyi kendi limanlarına çekecekler, diye düşündük.

Biliyorsunuz, Mavi Marmara gönüllülerine yapılan en yoğun eleştiri; oraya şehit olmak için gittikleri… Furkan da böyle düşünmüş olabilir mi sizce?

Böyle bir şey olacağını hiç kimse tahmin etmiyordu. Sadece, orada uzun süre zor şartlarda kalabilir, diye endişeleniyorduk ama ona bile ihtimal vermiyorduk.

Yani, “Bu gemiye bineyim de şehit olayım.” duygusu kesinlikle olamaz. Furkan da o kadar rahattı ki “Bir hafta kalıp, yardımlarımı yapıp geleceğim.” şeklinde düşünüyordu.

Üstelik Gazze’den döndükten sonra Amerika’ya gidip doğduğu yerleri görmeyi planlıyordu… Tıp fakültesine girip doktor olma hayalleri kuruyordu, hatta dönüşü gecikirse diye, Tıp fakültesine başvuru için gerekli tüm belgelerini hazırlayıp bana vermişti, “Gecikirsem sen başvurumu yap.” diye…

Ölmek isteyen biri hiç böyle planlar yapar, hayaller kurar, belgeler hazırlar mı?…

Bir de küçük bir anekdot anlatayım. Furkan, gemiye gideceği gün ayakkabılarını boyadı, sonra annesine, “Bunun içinde boya kalmamış, sen ben gidince bunu atarsın.” dedi… Sonra, boş boya kutusunu alıp dolabına koydu ve “Ben dönünce aynı markadan alacağım, sakın atmayın!” dedi. Bu da şehit olmak için değil, gerçekten yardım için yola çıktığını açıkça gösteriyor. Şehit olmak için giden birisi, dönüşüyle ilgili böyle planlar yapmaz, bu eleştiriler kesinlikle doğru değil.

D.Y: Ama bir de gemide saldırı sırasında şehitliği bekler ve istercesine, “Şehadet şerbetine son saatler İnşallah; var mıdır acaba daha güzel şey? Varsa o da sadece annemdir. Ama ondan ben de emin değilim. Kıyasları çok zor.’’ şeklinde not düşmüş günlüğüne!

Bu notun devamını da söylemek lazım! Şöyle yazmış, söz ettiğiniz notun son cümlesinde; “Salon büyük oranda boşaldı, şu ana kadar olmayan ciddiyet bir anda herkesi kapladı.” Bu not, gemide daha önce saldırı beklentisinin olmadığını, ciddi bir tehdit görmediklerini gösteriyor. Ancak saldırı olunca gemideki atmosferin değiştiği ve saldırının ciddiyetinin anlaşıldığı görülüyor. Böyle bir ortamda, silahsız ve savunmasız insanlar ne düşünür? Bu atmosferde Furkan da herkes gibi şehadetin yaklaştığını düşünmüş ve “inşallah” diyerek, ölecekse “şehit” olarak ölmeyi istemiş.

D.Y: Bazı gazeteler, Furkan’ın Gazze’ye ABD pasaportuna güvenerek gittiğini yazdılar…

Annesini rahatlatmak için, Amerikan vatandaşı olması nedeniyle “Bana orda bir şey demezler, gözaltına alırlarsa o süreci de rahat atlatırım.” demişti… Maalesef medya bu cümleyi çok kötü bir şekilde çarpıttı ve “Amerikan vatandaşlığına güvendi de gitti.” şeklinde yansıttı.

Tepkiler…

Dünyanın her yerinden mailler, mektuplar geliyor. Özellikle gençlerin Furkan’ın şehadetinden çok etkilendiklerini anlıyorum. Gençler, “Furkan şehit oldu ama biz de senin oğlunuz.” diyorlar. Doğan çocuklara, Furkan Doğan adını veriyorlar. On beş yaşında oğluyla yolumu kesip “Bu sefer Furkan’ın yerine oğlumla ben gideceğim.” diyen var.

Almanya’dan gelen bir mesajdaki şu cümle çok etkileyiciydi; “Buradaki gayri müslimler, Furkan’ın şehadetinden o kadar etkilendiler ki, Furkan’a okumak için Fatiha suresini öğreniyorlar.”

Norveç’ten gelen Pakistan asıllı petrol mühendisi bir genç, Furkan’ın mezarını ziyaret ettikten sonra “Önceden para peşindeydim, kendimden başkasını düşünmüyordum; ama bundan sonra benim hayatım Furkan’ın hayatının devamı olacak.” dedi.

İrlandalı Caoimhe, Furkan’ımızın mezarının başında Müslüman olup Ayşe ismini aldı¹.

Nahoş tepkilerle karşılaştınız mı?

Nahoş, değil ama bazı insanlar çok düşüncesiz olabiliyor. Ülke dışından, şehir dışından veya şehir içinden çok sayıda ziyaretçi evimize ve Furkan’ın kabrine geliyor, hepsinden Allah razı olsun. Gelen ziyaretçilerden az da olsa bazılarının Furkan’ın annesine rahatsız edici sorular sorduklarına şahit oluyoruz: “Kurşun neresine girdi? Kafasına kaç tane girdi? Duyunca ne hissettin?” gibi sorular. Böyle sorular sorulur mu bir anneye…

Şimdi geriye bakıp da “Keşke göndermeseydik!” diyor musunuz?

Demiyoruz… Ecel bu, ne zaman nerede geleceği belli olur mu? Benim öğrencilerim gelip, “Hocam biz üniversite öğrencisiyiz ama oradaki insanların çektiklerinden haberimiz bile yoktu.” diyerek Furkan’ın yardım bilincini takdir ederlerken; ben çocuğuma “Yok oğlum, mağdur insanlara yardım belli bir yaştan sonra olur.” mu deseydim?

Furkan’ın yaşının küçüklüğünü eleştirenler, Furkan’ı vuran askerlerin onun akranları olduğunu unutuyorlar. Peki, onlara ne demeli?… Mazlumlara, özellikle Gazzeli çocuklara insani yardım götürmek isteyen bir çocuğa “hayır” diyemezdik herhalde.

“Keşke” demiyoruz, Furkan da bunu istemezdi zaten. Tüm bunların Allah’ın takdiri olduğuna inanıyoruz. “Keşke” demek, takdire isyan gibidir, bu nedenle asla “keşke” demedik ve demiyoruz. Allah, Furkan’ımızın şehadetini kabul etsin inşallah.

Fransız gönüllü Thomas Sommer, Furkan’ı vuran İsrailli askerleri şöyle anlatıyor:

“Saldırının yarattığı korku ve adrenalin azalmaya başlayınca Tsahal’in (İsrail ordusu) Elit Güçleri denen bu komandoların, komutanları dâhil ne kadar genç olduklarını fark ediyoruz. Yüzlerinden görülebildiği, seslerinden duyulabildiği kadarıyla otuz demezsiniz, daha ziyade yirmi, yirmi beş yaşlarındalar. Genç ve zırhlı, başka bir şey değil. Onlara baktıkça gözlerinde nefretten, aşağılamadan ve belki de korkudan başka bir şey seçemiyorum. Daha sonra, onlarca ve onlarca asker ve polisin elinden geçtikten sonra, beyinleri yıkanmış çoluk çocukla uğraşmış olduğum fikri yakamı bırakmayacak. Bu tuhaf bir his… Sanki bu devlet, İsrail, ellerine silah verip pis işlerde kullanmaktan başka bir iş yaptırmaz gençlerine.’’²

Furkan’ın Annesi Anlatıyor:

Furkan, bulunduğu her ortamda insanların dikkatini çekerdi. Karşılaştığı her insan, simasında dolaşan başkalığın ne olduğunu bulmaya çalışırdı. Furkan’ı tanıyan arkadaşlarım, her gördüklerinde, “Çok güleç bir çocuk, bu çocuğu bağrımıza basmak istiyoruz,” derlerdi. Gerçekten, müstesna bir çocuktu. Sureti kadar sireti de güzeldi. Mütevazı, ön planda olmayı sevmeyen, kırmayan, incitmeyen bir mizacı vardı.

Güzel ahlak sahibiydi. Evde ablası ve abisiyle çok güzel anlaşırdı. Çok yardım sever ve cömert bir çocuktu. Adana’da Sabancı Camisi yeni açılmıştı, biz de Kayseri’den ziyarete gitmiştik, Furkan da yanımızdaydı. Caminin girişinde sol tarafta bağış yeri vardı. Baktım Furkan oraya para atıyor, dikkat ettim attığı paraya ve harçlığını kıyasladım, sonra da kendi cüzdanımdaki para ile oraya atmaya niyetlendiğim parayı kıyasladım. Furkan’ın o yaşta o kadar cömert olması karşısında kendimden utandım, miktarı artırdım.

Gerçekten çok cömertti, ama bunu kimseye göstermeden yapmayı severdi. Ve ben şehadet ederim ki, o ne güzel bir evlat, ne güzel bir kuldu. Rabbime şükrediyorum, Furkan gibi bir çocuğu bana verdiği ve terbiyesini de bana nasip ettiği için.

Arkadaşlarının gözünden Furkan Doğan:

– Ahmet: Biz normalde evden çıkarken montumuzu alırız, Furkan abdest alıp çıkardı. Oturduğumuz Alpaslan Mahallesi İslami değerler açısından pek de iyi olmadığı için bana hep dert yanardı. “Neden böyleler, nasıl böyle olabiliyorlar?” diye. Onların kendine dert edinmesi gereken şeyi Furkan dert edinmişti. Furkan neşeli biriydi ama yerinde neşeliydi. Ağırlıklı olarak susardı, öyle her konudan söz etmez, gereksiz şeyleri fazla konuşmazdı.

– Berat: Gayet sosyal biriydi. Pek boş vakti olduğunu bilmem. Genelde kitap okurdu. Beş vakit namaz konusunda çok hassastı. Kandillerde falan uyuduğunu pek bilmem yani. Birçok konuda olduğu gibi sınıftaki derslerinde de hepimizden iyiydi. Normal bir gençten, her manada çok yüksek yaşam kalitesine sahipti. Halı saha maçları da yapardık. Her şeyi ölçülü idi… Lise 1’deydik. Hocalar, bizleri tanımak için soruyorlar “Hedefiniz nedir?” diye. Furkan ayağa kalktı ve “Şehid olmak istiyorum.” dedi. Tabii sınıf buna çok güldü. Hoca, “Ben onu kastetmemiştim, meslek olarak ne olmak istiyorsun?” dedi. Furkan, “Doktor olmak istiyorum.” dedi. Göz doktoru olup, Afrika’dakilerin gözlerini açacaktı³

  1. Caoimhe Butterly: 20 yaşında Meksika’ya gidip Zapatistlere katılan, Filistin ve Lübnan’da Müslümanlara omuz veren, Cenin’de Filistinli bir bebeği kurtarmaya çalışırken kurşunlanan, Beyrut’ta bir basın toplantısında İngiliz Başbakanı Tony Blair’e “Katil” diye haykıran İrlandalı devrimci…
  2. Free Gaza (Özgür Gazze) hareketinin öncülerinden. Gazze Filosu-Uluslar arası Dayanışma ve Devlet Korsanlığı / Thomas Sommer-Houdeville / İletişim Yayınları
  3. İlahiyat Bülteni’nden alınmıştır.

Bir yıl sonra…

Ahmet Bey, Mavi Marmara olayının üzerinden bir yıla yakın bir zaman geçmesine rağmen davanın hâlâ açılmamasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Mavi Marmara olayından sonra, hukuki anlamda Türkiye’de savcılık tarafından bir soruşturma başlatıldı, tüm gemi yolcularının ve şehid ailelerinin ifadelerine başvuruldu. Uzun zaman alan bu süreç tamamlandı, ancak henüz dava açılmadı.

Dava açılmama gerekçesi olarak bize, Adli Tıp Kurumu’ndan gerekli delil ve belgelerin gelmediği söyleniyor. Bu belgelerin bilinçli olarak geciktirildiği, amacın davanın açılmasını engellemek ya da geciktirmek olduğu söyleniyor. Gerçekten durum böyleyse ülkemiz açısında utanılacak bir durum. Bizim açımızdan çok yaralayıcı ve rencide edici.

İktidarın bu gecikmede dahli var mı yok mu bilmiyorum, ama 1 yıl geçmesine rağmen dava açılmıyorsa herhalde bilgileri vardır. Devlet politikası olarak “İsrail ile anlaşılabilir, dava biraz geciksin.” diye düşünülüyorsa, bu en azından şehidlerimize karşı yapılmış bir ihanettir.

Her halukarda bu davanın açılması gerekir. Türkiye’nin devlet olarak Mavi Marmara saldırısında gösterdiği dik duruş bunu gerektirir. Maalesef bu dik duruşun tam olarak devam edemediğini görüyoruz.

ABD seyahatimizde, Türkiye’nin neden hâlâ dava açmadığı sorusu ile muhatap olduk ve cevap veremedik, biraz da utandık.

Diğer yandan, bu konuyla ilgili olarak Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne şikâyet başvurusu yapıldı. Tüm deliller ve belgeler sunuldu, orada da savcı incelemesi devam ediyor, dava açılıp açılmama kararı, savcının yapacağı inceleme sonucu vereceği karara bağlı. Tabii ki bu ceza mahkemesi, taraf devletlerin başvuruları olup olmadığına da bakıyor.

BM raporu…

Bu raporda, İsrail’in insanları bilerek ve kasten öldürdüğünün açık olduğu belirtildi. Sadece ABD’nin red oyuna karşılık diğer ülkelerin oyuyla kabul edilen raporda, Furkan’ımızın yaralı iken, İsrail askerleri tarafından kasti olarak ve çok yakından ateş edilerek öldürüldüğü de açıkça belirtilmiş. Yani, İsrail’in katil olduğu, insanlık suçu işlediği bu raporda açıkça yazıyor.

Furkan’ın ABD vatandaşı olması nedeniyle, ABD’de de girişimleriniz oldu mu?

ABD Dışişleri Bakanlığı ve Adalet Bakanlığı yetkilileri ile görüşerek, ABD’nin bu güne kadar neler yapıp yapmadığını görme, hem de ABD’den taleplerimizin neler olduğunu bildirme fırsatımız oldu. ABD, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin raporunu beklediğini söyledi.

Biz ailesi olarak, ABD’de İsrail aleyhine dava açmak istiyoruz, bu amaçla ABD’deki avukatlarımızla hukuki durumu değerlendirdik. Güvenlik Konseyi’nin raporundan sonra dava konusunu yeniden inceleyip karar vereceğiz. Bu amaçla Mayıs ayı sonunda tekrar ABD’ye gideceğim.

Bu süreçte, belli kurum ya da kişilere yönelik herhangi bir kırgınlık, hayal kırıklığı oluştu mu içinizde? Şikâyetleriniz, keşkeleriniz var mı?

Yukarıda belirttiğim gibi, Türkiye’de hâlâ davanın açılmamış olması bizim açımızdan büyük hayal kırıklığı. Türkiye’nin başlangıçtaki sert ve kararlı tavrı ile bugün gelinen noktadaki tavrı ise ayrı bir hayal kırıklığı. Türkiye’nin İsrail’deki yangına helikopter göndermesi de bizleri kırmış, incitmiş, yaralamıştır. Türkiye bir ara, İsrail ile tazminat konusunda anlaşma sağlamaya çalıştı, ama bu konuda şehid aileleri olarak bizlerin talebi nedir diye hiç sorulmadı. Sanki tazminat ödenince her şey yoluna girecekmiş gibi davranılması da yaralamıştır bizi.

İsrail’in tazminat ödemesi konusunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Şunu açıkça söylemek lazım ki, İsrail açıkça bir insanlık suçu işlemiştir ve öncelikle bu suçu kabul etmelidir. Bu suç kabul edilince, tabii ki cezasız kalmaması gerekir. Öncelik, suçluların cezalandırılmasıdır. Tazminat ikinci derecededir.

İsrail, yüksek bir tazminat ödemeyi de kabul etmeli ve bu, ikinci bir ceza olarak görülmelidir.

Tazminata 9 şehidin karşılığı gibi bakma gafletine kimse düşmemeli, cezanın bir parçası olarak görülmelidir.

Hiçbir şehid ailesinin İsrail’in vereceği tazminata ihtiyacı yoktur ve kuruşuna dokunulmadan Gazze için veya başka hayır işleri için bağışlanacağından kimsenin şüphesi olmasın. Bizler öncelikle Gazze’ye uygulanan ambargonun kaldırılmasını istiyoruz. Bu konuda biz şehid aileleri olarak bir basın toplantısı yaparak önceliklerimizi kamuoyuna duyurmuştuk.

Aşağıdaki, 25 Mayıs 2011 tarihli haber, ABD yönetiminin ikiyüzlülüğünün bir kanıtı gibiydi:

ABD Furkan’a kör ve sağır

İsrail’in Mavi Marmara gemisine saldırısı sırasında hayatını kaybeden ABD-Türk vatandaşı Furkan Doğan ve filodaki diğer Amerikan vatandaşları ile ilgili olarak ABD’de dava açıldı. Oğlu Furkan Doğan için ABD’de hukuk mücadelesi veren Ahmet Doğan, ABD’nin, vatandaşı Furkan’a sahip çıkmadığını ve şu ana kadar soruşturma açmadığını hatırlattı.

ABD Dışişleri Bakanlığı’nın yıllık insan hakları raporunda da bu konuya hiç değinilmediğine dikkat çeken Doğan, tepkisini şu sözlerle dile getirdi:

“Raporda, her ülkeyle ilgili bölümde, öldürülen Amerikan vatandaşlarının isimlerinin tek tek yer almasına rağmen, bu yılki raporun İsrail bölümünde, Mavi Marmara ile ilgili sadece bir cümle var ve Furkan’ın ismi bile geçmiyor. Bunun nedenlerini merak ediyorum. Bu durum ABD’nin tüm vatandaşlarına eşit muamele yapmadığı, gizli ayrımcılık yürüttüğünü açıkça göstermektedir. ABD için kendi vatandaşlarından önce İsrail’in çıkarları ön planda olabiliyor.”

ABD’yi oğlu için ikinci kez ziyaret eden Doğan, bu ziyaretinde ABD Dışişleri Bakanlığı’ndan randevu taleplerine yanıt alamadıklarını kaydetti. Ancak, Furkan’ın doğduğu New York eyaletini temsil eden Kongre üyelerinden Paul Tonko ile görüştüklerini bildiren Doğan, “Tonko bizimle özellikle görüşmek istedi ve bizden son gelişmelerle ilgili bilgi aldı. İnsan Hakları Raporunda Furkan’ın adının geçmemesinden çok rahatsız oldu. Bir grup oluşturarak Kongre’de hem bu konuyla ilgili hem de Furkan’ın öldürülmesiyle ilgili soruşturma açılması noktasında harekete geçeceklerini söylediler” diye konuştu. Doğan, süreci takip etmek için ABD’ye önümüzdeki dönemlerde gelmeye devam edeceğini de kaydetti.

Mavi Marmara gemisinin de aralarında bulunduğu filoda yer alanlardan biri olan eski Amerikan ordu mensubu ve eski diplomat Ann Wright da, Furkan’ın ölümünün soruşturulması için Dışişleri Bakanlığı’na çok sayıda mektup yazdığını, ancak bunların hiçbirine cevap verilmediğini belirterek, “Bakanlıkta 16 yıl çalıştım ve bu tür mektuplara yanıt verilmesi, vatandaşlara karşı sorumluluk açısından çok önemsenirdi. ABD’deki diplomasi standartlarının, yeterlik düzeyinin bu denli düşmesinden çok endişeliyim, bu inanılmaz” dedi.

Wright, bilgi alamamanın Amerikan yönetiminin İsrail ile görüşmelerini açıklamak istemediği ve kasıtlı olarak sakladığı anlamına geldiği görüşünü dile getirdi.

Oğlu Furkan için ABD’de hukuk mücadelesi veren Ahmet Doğan’ın avukatlarıyla birlikte çalışan Anayasal Haklar Merkezi (CCR) adlı Amerikan kuruluşu, Furkan’ın öldürülmesi ve filodaki diğer Amerikan vatandaşlarına yapılan muamele konusunda talep ettikleri bilgileri vermedikleri gerekçesiyle, aralarında ABD Dışişleri, Adalet, İç Güvenlik ve Savunma Bakanlıklarının da olduğu bazı Amerikan hükümet kurumlarına New York mahkemesinde dava açtı. Dava Mavi Marmara’ya ilişkin ABD’de açılan ilk dava oldu. 25 Mayıs 2011-AA

İki yıl sonra…

Ahmet Bey, Amerika’da açtığınız davanın seyri ne durumda?

Amerika’da İsrail’e ceza davası açılamıyor, ancak tazminat davası açılabiliyor. Ama bu davayı açabilmek için de belgelerin tam olması gerekiyor.

Açtığımız dava sonucu, belgeleri avukatlara gönderiyorlar ama çok yavaş ve parça parça, 2012’nin Mayıs ayına geldik ama dava açmak için gerekli olan belgelerin tamamı hâlâ verilmedi.

0 Yorum ↓

Yorum Yok

Yorum Yazın