Bölüm

Marjinalleşme sorunu

 

Bu tip olayların marjinalleştirilmemesi,
sadece bir kesimin meselesiymiş gibi
bir görüntü yaratılmaması gerekiyor.”
Bülent Yıldırım

Mavi Marmara olayında, İHH yetkililerinin de kabul ettiği gibi, başından sonuna yoğunlaşarak artan bir marjinalleşme sorunu oldu diyebiliriz. Sırası gelince sokaktaki bir tane kara çarşaflı kadından bile şeriat propagandası üreten bir medyanın Mavi Marmara protestolarında yeri göğü inleten tekbir seslerini, Hamas ve Hizbullah sloganlarını nasıl göreceğini ve göstereceğini tahmin etmek zor değildi herhalde. Bu konuyu sorduğum yetkililer marjinal görüntülerden kendilerinin de rahatsız olduklarını açık ve net olarak belirtmişlerdi.

Hatırlarsanız, Bülent Yıldırım da “Olayın sonrasındaki protesto gösterilerinde cihad söylemlerinin öne çıkmasına, hatta Hamas için sloganlar atılmasına ne diyorsunuz?” sorusuna son derece açıklayıcı ve özeleştiri sayılabilecek bir cevap vererek demişti ki: Türkiye’deki İslamcıların açmazlarından biridir bu. Yani, olayı marjinalleştirme alışkanlığını henüz bırakamadılar. Bu, Lübnan’ı ve Filistin’i iyi okuyamamaktır. Türkiye’deki Müslümanlar için söylüyorum bunu. Filistin’de mücadeleyi yapanlar, toplumun bütün kesimini kendi içinde barındırabiliyorlar. Bunu yaparken de toplumun değerlerine dikkat ediyorlar. Yani, toplumun belli kesimlerini kendilerinden uzaklaştıracak sloganlardan ve görüntülerden uzak duruyorlar. Bu söylediklerime karşı çıkanlar da olabilir ama ben bilinçli söylüyorum bunu. Türkiye’de büyük bir kesim Mavi Marmara’ya destek verirken, bizim oturup bu desteğin nasıl artabileceği konusunda biraz daha kafa yormamız gerekiyordu. Ama olaya tamamen kendi sesimizi, tonumuzu verip, insanların kaçmasına sebep olabilecek bir takım tavırlara girince, olay kendi kazanımlarını tam elde edemeden, biraz sönükleşti ne yazık ki… Bu tip olayların marjinalleştirilmemesi, sadece bir kesimin meselesiymiş gibi bir görüntü yaratılmaması gerekiyor.”

Ayrıca, organizasyonun başında bütün kurum ve partilere davet gönderdiklerini de biliyoruz artık. Aslında, İslamî çevrelerin dışından da katılım vardı fakat hem çoğunlukta değildiler hem de medya -İslamî kesimde olanları da dâhil- onları görmezden geldi.

Temel sorun ise, bu katılımların bireysel olmasıydı. İslamî çevrelerin dışındaki STK’lar örgütlü olarak beş on kişi gönderselerdi ve onların arasında da kadınlar çoğunlukta olsaydı ortaya daha farklı bir görüntü çıkardı mutlaka.

Mavi Marmara organizatörleri, daha iyi bir organizasyonla ve kendilerini daha doğru anlatarak değişik çevrelerin katılımını sağlayabilirlerdi belki. Bu düşüncemi ilettiğim Hüseyin Oruç, olayın bu şekilde büyüyeceğini hiç tahmin etmedikleri için hazırlıksız yakalandıklarını belirtmişti ki bu da bence çok anlaşılabilir bir durum.

Yine de bu eksiklik, Mavi Marmara olayının en büyük dezavantajı ve İsrail’in de en önemli kozu oldu. MALAM’ın propagandalarının Türkiye’de işlerlik kazanabilmesinin yüzeydeki en önemli nedenlerinden biri de bu durumdur kanımca. Olayın bu şekilde marjinal ve siyasal bir görüntü kazanması bu kadar haklı olduğumuz bir davanın toplumsal bir uzlaşıyla topyekûn sahiplenilmesine ve milletçe tek yürek olmamıza engel oldu.

İslamî kesim dışında kalan insanların, hatta İslamî kesimin içindekilerin bile, önce kafaları karıştırıldı, sonra da zihinleri Mavi Marmara yolcularını şaibeli görecek şekilde formatlandı. Bugün birtakım gazeteciler ortaya çıkıp da şehitlere bile iftiraya varan eleştirilerle yüklenebiliyorlarsa, bunun cesaretini anlatmaya çalıştığım bu durumdan alıyorlar.

Geldiğimiz noktada, bilgiye sahip ama vicdan yoksunu gazeteciler, ellerindeki bilgileri çarpıtarak vicdanlı ama yeterli bilgiye sahip olmayan, olayı her yönüyle takip etmeyen insanların algılarıyla oynuyorlar. Hem bilgiye hem de vicdana sahip olanlar ise güçleri yettiğince bu duruma karşı çıkmaya çalışıyor ama sesleri malum koronun bağırtısında yeterince duyulmuyor ne yazık ki… Olayı her yönüyle araştırmadan -mesela konuyla ilgili tüm yayınları ve çıkan kitapları okumadan- kulaktan dolma ya da sadece İsrail yanlısı manipülatif haber ve yorumları okuyarak atıp tutan gazetecileri ise söz konusu etmeye bile gerek yok.

Dolayısıyla, Mavi Marmara’nın özgürlük ve vicdan yolculuğunu kısa ve uzun vadede bekleyen en büyük tehlike; eylemin iyice marjinalleştirilmesi ve siyâsîleştirilmesidir ki İsrail (ve onun uzantıları) bu eylemi uluslararası mahiyetinden çıkararak sanki sadece radikal (ve Türk) Müslümanların eylemiymiş gibi göstermek için elinden geleni ardına koymuyor zaten.

Thomas Sommar-Hodudeville, 1. Özgür Gazze Filosunu anlattığı kitabında: “…önleyici değil çatışmacı bir tavrı, bir tek Türklere karşı alıyorlar. Yani onların istediği, Filo’yu parçalara bölüp İrlandalıları bir tarafa, Yunanlılarla İsveçlileri başka bir tarafa, Amerikalıları başka bir tarafa göndermek ve Türkleri yalnız bırakmak.” diyordu.

İkinci filo için de bu planın (hem de geçen seneden daha yoğun olarak) yürürlükte olduğu çok açık. Bu plan, 11 Eylül’den sonra yoğunlaşan İslamofobi kampanyalarından güç alıyor. Ve bu gücü misliyle geri döndürüp – üzerine bir de “İslamcı Türkler” fobisi bindirerek- İslamofobi olgusunu Türkiye karşıtlığına döndürmeye çalışıyor.

Ama hiçbir şey için geç değil…

İsrail’in bu amacına ulaşmaması için filonun (özellikle de İslami kesimden) katılımcılarına büyük bir sorumululuk ve görev düşüyor. Özgür Gazze eyleminin küresel vicdanı temsil ettiği ve ırk, dil, din, mezhep, görüş farkı olmadan vicdanlı insanların katılımıyla gerçekleştiği hiç bıkıp usanmadan ısrarla tekrarlanarak vurgulanmalı. En önemlisi de “Özgür Gazze” nin ne anlama geldiği, Mavi Marmara yolcularının niyetleri, Türkiye’deki herkese çok daha açık ve net bir şekilde anlatılıp Özgürlük Filosu fikrine daha geniş kesimlerin katılımı sağlanmalı.

 

0 Yorum ↓

Yorum Yok

Yorum Yazın