21 Mayıs 2013’teki duruşmanın sonunda, Mavi Marmara Davası 10 Ekim 2013 Perşembe gününe (10.00) ertelendi.
Mahkeme heyeti, sanıklar hakkındaki kırmızı bülten çıkarılması talebini, İsrail Dışişleri Bakanlığı’ndan gelen “alındı” belgesini yeterli görmeyerek, tebligatların sanıklara “bizzat” yapılıp yapılmadığının henüz belli olmadığı gerekçesiyle reddetti. Bu kararın hukuki bir zorunluluktan mı doğduğunu, yoksa bir çeşit işi yokuşa sürme eylemi mi olduğunu sorduğum Mavi Marmara avukatı Uğur Yıldırım’dan “böyle bir kararın mahkemenin takdir yetkisi dahilinde olduğunu” öğrendim. Yani İsrail’den gelen resmi “alındı” belgesi bir yana heyet, isterse “kaçak” durumunda olan sanıklara hiç tebligat yapıl(a)masa bile “yakalanma” kararı çıkarabilir.
İşin aslına bakarsanız, tebligatların ve İsrail’den gelen “alındı” belgesinin mahkemeye gelmesi de Uğur Yıldırım’ın bireysel çabalarıyla olmuş. Yıldırım, Ankara’ya gidip de dosya yığınları arasındaki belgeyi yedi sekiz saatlik bir aramadan sonra bularak İstanbul’daki mahkemeye gönderilmesi için ısrar etmeseymiş, mahkeme heyetinin tebligatlardan haberi bile olmayacakmış.
Anlayacağınız, dava için bu kadar önemli olan bu belgeler, Adalet Bakanlığı’nın tozlu raflarında unutulup gidecekmiş. Normal koşullarda bu belgelerin mahkemeye hemen ulaştırılması ve hakimler tarafından görülmesi gerekirken heyet, -başında “Uğur Yıldırım’ın dilekçesiyle mahkemeye gönderilmiştir” ibaresi bulunan- tebligatları 17 Mayıs 2013 Cuma günü, öğleden sonra görebilmiş.
İsrail lobisinin algı yaratma yöntemleri
Uğur Yıldırım’ın konuyla ilgili sorularıma verdiği cevaplar.
Yakalama kararı hangi koşullarda çıkarılabilir?
Hiçbir usul ve işleme gerek kalmadan da yakalama kararı çıkabilir. Bir suç işlendiğinde, adı bilinen zanlıya ait herhangi bir tebligat adresi bulamasanız da yakalama kararı çıkarabilirsiniz ki mahkemeye gelsin ve ifade versin.
Siz nasıl bir karar bekliyordunuz?
Biz, artık bu aşamada koşulların oluştuğunu ve yakalama kararı çıkabileceğini düşünüyoruz. Bu, tamamen takdire bağlıdır… Bu durumda hakim “Reddine…” diyeceğine, “Bir dahaki celsede bu konu hakkında karar verilmesine…” deseydi, hiç olmazsa bunun beklendiğini kayda geçirmiş olurdu.
Temel olarak itiraz ettiğimiz konu şu: Onuncu ayda da tebligatların, sanıkların ellerine geçtiğine dair belge gelmeyebilir. Bunun mahkemeyi bağlamaması lazım. Bir kaçak hakkında böyle bir tebligat çıkarmadan da karar çıkarabilir mahkeme. Buna rağmen böyle bir belge istemek, ipe un sermek oluyor.
Bu durumda sizin yapabileceğiniz bir şey yok mu?
Mahkemenin vermiş olduğu ara kararlara karşı, bir üst mahkemeye sanıklar hakkında yakalama kararı çıkartılması için başvuruda bulunacağız.
Mahkemenin takdir yetkisini bu şekilde kullanmasının sebebi ne olabilir?
Mahkeme üzerinde baskı var. Hakimler, özür-tazminat görüşmelerinin nereye gideceğine bakıyorlar. “Mahkeme bunun ağırlığı altında kalmıştır” demek mümkündür. En iyimser ihtimalle usül konusunda titiz davrandıklarından ötürü böyle bir karar almış olabilirler. Ama “yakalanma” kararının 10 Ekim’deki celsede de çıkmaması hâlinde aynı sakinlikte cevap veremem.
Davaların Meclis’ten çıkacak bir kararla düşeceği iddialarına ne diyorsunuz?
Diplomasi konuşur, yargılama sürer. Hükümet’in böyle bir şey yapması mümkün değil. Bunu tabanlarına nasıl açıklarlar? Üstelik Meclis’ten böyle bir karar çıkması, en başta kuvvetler ayrılığına terstir.
Ayrıca Hükümet’ten hiç kimse ceza davalarının düşeceğinden bahsetmiyorken (Gerçekten de Bülent Arınç’tan bile ceza davalarının düşeceğini açıkça duymadık. Ya “davalar” şeklinde genelleme yapıyorlar ya da “tazminat davaları” diyorlar. /D.Y.), sürekli davaların kapatılacağından bahsetmek neye hizmet ediyor, ona bakmak lazım. Biliyorsunuz, davalar için daha önce de “tiyatro, şov” gibi yakıştırmalarda bulunarak önemsizleştirmeye çalışıyorlardı. Bunlar, İsrail lobisinin algı yaratma yöntemleri.
Sol protesto
20-21 Mayıs 2013’teki Mavi Marmara Davası’ndan önce, sosyal paylaşım ağlarında oldukça aktif bir şekilde duyuru yapılmış ve herkes Çağlayan’da görülecek olan davaya destek vermeye çağrılmıştı.
20 Mayıs sabahı Çağlayan’a gittiğimde, en çok solcuları aradı gözlerim. Öyle ya, dünyanın çeşitli ülkelerinden gelen ve çoğu solcu olan Filistin gönüllüleri, mahkeme salonunda Mavi Marmara katliamı için tanıklık yapıyordu. “Türkiye’nin solcuları da (hiç olmazsa eskiden kendilerinin de derdi olan Filistin Davası’nın hatırına) Mavi Marmara Davası’na destek verirler” diye umut ediyordum. Ne yazık ki nafile bir umuttu bu!
Bizimkiler, Çağlayan Adliyesi’nin önüne 22 Mayıs günü Mavi Marmaracıları protesto etmek için geldiler. Polisin “Burada gösteri yasak!” uyarısını ciddiye almayıp direnince de olanlar oldu… Bu haber, televizyon kanallarında “Mavi Marmara Davası’nın basın açıklamasını izlemekle yetinen polis, solcu göstericilere gaz sıktı” şeklinde yer aldı. Ama herkesin atladığı bir şey vardı. Solcu göstericiler basın açıklamasını yasak bölgede, yani adliyenin tam önünde yapmaya çalışmışlardı. İHH’nin basın açıklaması ise, bu tür işler için çok uygun olan adliyenin karşısındaki geniş alanda yapılmıştı.
Ayrıca solcularımız at gözlüklerini çıkarıp yurttaki tüm gelişmeleri objektif bir gözle izleselerdi; İsrail’i protesto eden Mavi Marmaracıların da (çeşilti zaman ve yerde) gazlanıp coplandığını ve tutuklanarak mahkemeye çıkarıldığını görebilirlerdi.
Mavi Marmara Çağlayan’a demir attı sanki
Mavi Marmara Davası’nın 10 Ekim 2013 tarihinde İstanbul Çağlayan Adliyesi’nde görülen 4. duruşmasında beklenen “ara karar” çıkmadı ve dava, “dosya yoğunluğu” gerekçesiyle 27 Mart 2014’e atıldı.
İsrail askerlerinin kanlı baskını sonucunda hayatını kaybedenlerin ailelerinin, sivil toplum kuruluşu temsilcilerinin ve mağdurların katıldığı duruşmaya Türkiyeli avukatların yanı sıra, Filistin başta olmak üzere, Endonezya, Tunus, Mısır, Fransa, Belçika, Yunanistan, Ürdün, Güney Afrika, Bangladeş, Lübnan, Cezayir ve Bahreyn’den gelen avukatlar da (dinleyici ve gözlemci olarak) katıldılar.
Duruşmada müşteki avukatları, sanıklar hakkında yakalama kararı verilmesini, sanıkların İsrail’den iadelerinin istenilmesini ve haklarında kırmızı bülten düzenlenmesini talep ettiler. Mahkeme ise “yakalama talebini” daha sonraki değerlendirmeye bırakarak bir sonraki duruşmanın 27 Mart 2014’te, saat 10:00’da yapılmasına karar verdi.
Davanın 3. duruşmasına bakan İstanbul 7. Ağır Ceza Mahkemesi’nin hakimleri “Dünya Mağdurlar Derneği” tarafından (sanıklar hakkında yakalama kararı çıkmaması gerekçesiyle) Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’na (HSYK) şikayet edildi.
Mahkemenin duruşmayı “dosya yoğunluğu”nu gerekçe göstererek 27 Mart 2014’e atması karşısında ortak bir açıklama yaparak , “Türkiye için önemi en üst düzey yetkililerce sürekli dile getirilen ve kamuoyunun da yakından takip ettiği bu davanın, dosya yoğunluğu bulunan bir mahkemenin sıradan bir davasıymış gibi muamele edilmesi kabul edilebilir değildir. Adalet Bakanlığı, Mavi Marmara Davası’na bakan mahkemenin dosya yoğunluğunu azaltarak davanın hızlı bir şekilde görülmesini sağlamalıdır. Davanın 5. celsesi 2014 Mart ayının sonuna atılmıştır. Bu durumda, 2014’te ancak iki celse görülebilir ve bu iki celsede de toplamda 20 müşteki dinlenebilir. Yüzlerce müşteki göz önüne alındığında Mavi Marmara Davası’nın onlarca sene sürmesi mi istenilmektedir?” diye soran Mavi Marmara yolcuları ve şehit aileleri, bundan sonra da gerek Türkiye’deki, gerekse Uluslararası Ceza Mahkemesi’ndeki dava ve başvurularını kararlılıkla takip edeceklerini, özür ve tazminat karşılığında davalarından vazgeçmelerinin söz konusu bile olmadığını vurgulayarak sorumluların mutlaka cezalandırılmalarını talep ettiklerini ve Gazze’ye uygulanan ablukanın kaldırılması için de mücadele edeceklerini bildirdiler.
Duruşmadan sonra özel görüşlerini sorduğum Şehit Furkan Doğan’ın babası Ahmet Doğan, “Söylenecek pek bir şey yok. Normal, rutin duruşmalar devam ediyor. Bir dahaki duruşmada adaletin yerini bulacağı bir karar çıkar diye umut ediyorum” derken, Şehit Çetin Topçuoğlu’nun eşi Çiğdem Topçuoğlu da “Gelecek duruşmaya altı ay var. Bu altı ayda kim öle, kim kala?! Bu dava garip bir dava, biz gariplerle devam ediyoruz. Farklı farklı güçlerle uğraşıyoruz… ‘Nereye kadar gücünüz yetecek?’ dediklerinde, ‘Rabbime güveniyorum’ diyorum. İlahî adalet var. Katillerin, bu dünyada olmasa da öbür dünyada cezalarını bulacaklarından eminim. Ama bu dünyada da ceza aldıklarını, adaletin yerini bulduğunu görmek isterim doğrusu…” diyordu.
Kamuoyunun ve medyanın ilgisi (ya da ilgisizliği) hakkında ne düşündüğünü sorduğumda ise acı acı gülümsüyor Çiğdem Hanım ve “Medyayı ciddiyetsizlik ve korkaklıkla suçluyorum. Bu davaya samimi olarak ilgi göstereceğini umduğumuz yüzde yirmilik bir medya kesimi vardı. Ama onların bile gerekli ilgiyi göstermediklerini düşünüyorum. Alelade bir şey gibi görüyorlar. Bizimkiyle aynı saatlerde başlayan başka bir dava vardı. Adliyenin içinde ve dışında olaylar çıktı. Onları gündeme taşıdılar. Bizler olay çıkarmıyoruz, hiç kimseye küfretmiyoruz. Her duruşmaya saygıyla giriyor ve çıkıyoruz. ‘Davamıza olan bu ilgisizlik, böyle olduğumuz için mi acaba?’ diye düşünmeden edemiyor insan” diye sitem ediyordu.