Bölüm

Palmer Raporu’ndan sonra

“Hep merak ederim,
neden katledilen 9 TÜRKİYE vatandaşının
katillerinden hâlâ hesap sorulmaz da
katilleri kınayanlardan sorulur?” Çiğdem Topçuoğlu

Palmer Raporu tartışmaları sürerken, Mavi Marmara konusunun yakın takipçisi MAZLUMDER de bir basın bildirisiyle süreci anlatarak, dava ile ilgili ihmallerin yarattığı sıkıntıyı kamuoyuyla paylaşıyor ve davayı savunan avukatların soruşturmanın “siyâsî nedenlerle” geciktirildiği kanaatinde olduklarını açıklıyordu:

“01.06.2010 günü İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na İsrailli yetkililer hakkında suç duyurusunda bulunulmuş, bu suç duyurusuna İstanbul ve diğer illerden yolcu yakınlarının da katılımı sağlanmıştır. Suç duyurusunda İsrail’in işlemiş olduğu tüm suçlara ayrıntılı olarak değinilmiş, söz konusu suçları soruşturma yetkisinin Türkiye’de olduğu anlatılmıştır.

Bu suç duyurumuz üzerine Türkiye’de Cumhuriyet Savcılıkları tarafından soruşturma başlatılmıştır.

03.06.2010 sabaha karşı 02.30’da Türkiye’ye dönen yolcular, MAZLUMDER gönüllüsü avukatlar tarafından Adli Tıp’ta karşılanmış, saldırıda şehit olan 9 kişinin otopsilerinde hazır bulunulmuştur. Bunun yanı sıra tüm yolcuların Adli Tabiiplikçe kan, idrar ve yaralanmaya bağlı tüm tahlillerinin yapılması gönüllü avukatlarımızca titizlikle takip edilmiş ve yaklaşık 400 yolcuya ait Adli Tıp Ön Raporunun savcılıktaki ceza soruşturma dosyasına dahli takip edilmiştir.

28.06.2010’da gönüllü avukatlarımızın ve İstanbul’da bulunan yolcuların katılımı ile yolcularla avukatlar arasında eşleştirme yapılmış, her gün en az 15 yolcunun ifadesi alınacak ve 5 kişiye 1 avukat düşecek şekilde ifade takvimi hazırlanmıştır. Toplantıya katılamayan yolcularla tek tek irtibata geçilerek gönüllü avukatlarına yönlendirilmiş ve hukuki olarak daha sağlıklı bilgi almaları sağlanmıştır. İki ay gibi kısa bir sürede İstanbul’dan 235, Anadolu’dan 133 yolcunun savcılığa ifade vermesi sağlanmış ve ifadelerinde gönüllü avukatlarımızın hazır bulunması sağlanmıştır. Süreç içerisinde Türkiye’ye gelen 50 kadar yabancı filo yolcusu ve basın mensubunun da savcılıkta ifade vermeleri temin edilmiş ve ifadelerde tercümanlar da hazır edilmiştir.

Çalışmalarımız sonucu toplanan deliller ve yolculara ait ifadeler sadece Türkiye’de yürütülen soruşturmada değil, BM nezdinde yürütülen soruşturmada da kullanılmış ve BM İnsan Hakları Komisyonunun raporuna da dayanak teşkil etmiştir.

Gelinen süreçte soruşturmanın ulusal ve uluslararası siyâsî mülahazalarla geciktirilmesi ve kamuoyunun hukuki ve cezai yargılamanın biran önce başlatılması yönündeki beklentilerinin karşılanmaması, ulusal ve uluslararası siyasetin hukuk üzerinde etkinlik kurma çabalarının bir sonucu gibi görünmektedir. Soruşturma dosyası tekemmül ettiği halde halen kovuşturma aşamasına geçilmemiş olmasına ilişkin olarak gönüllü avukatlarımızın ortak kanaati, soruşturmanın “siyâsî nedenlerle” geciktirildiğidir. Bu husustaki kaygılarımız daha önce basın yoluyla kamuoyuna tarafımızdan duyurulmuştur. Ancak bu tarihten sonra da herhangi bir ilerleme olmamıştır.

Uluslararası süreç açısından da bundan farklı olmayan süreç, geçtiğimiz hafta basına sızdırılan ve uluslararası hukuk bağlamında kabul edilemez tespitler içeren Palmer Raporu ile daha da olumsuz bir şekle bürünmüştür.

Raporu hazırlayan komisyon, taraf devletlerin kendilerine sundukları beyanlar ve deliller üzerinden inceleme yapmış ve BM’nin değişik organlarınca verilmiş pek çok kararın hilafında değerlendirmeler içeren bir kanaate varmıştır. Bunların başlıcası Gazze şeridine uygulanan insanlık dışı ablukanın meşruiyeti konusudur. Zira Tamamen hukuki bir konu olan ve hukuka aykırılığı tartışılmaz derecede net olan Gazze ablukasının uluslararası hukuka uygun olduğu yönündeki siyâsî kaygılar barındıran tespit kabul edilemezdir.

Gözden kaçırılmaması gereken bir husus bu raporu hazırlayan komisyon üyelerinin birer hukukçu olmayıp eski devlet adamları ve diplomatlardan oluştuğudur. Böyle olunca da komisyonun nihai amacı Türkiye ve İsrail arasında süregelen diplomatik gerilimin tırmanmasını engellemek ve ilişkilerin normale dönmesini sağlamak olarak rapora yansımıştır. Yani hukuki değil siyâsî bir motivasyonla ve kuruluş amacının aksine İsrail’in hukuksuzluğunu ve cinayetini aklamak güdüsüyle hareket edilmiştir.

Mavi Marmara saldırısının uluslararası hukuk ve insan hakları hukuku bağlamında değerlendirmesini içeren temel uluslararası metin BM İnsan Hakları Konseyinin Mavi Marmara Saldırısı raporudur. Bu heyet Palmer Komisyonundan farklı olarak, olayın siyâsî değil hukuki yönlerini inceleyen ve tespit eden bir rapordur.

Üyeleri Uluslararası Ceza Mahkemesi hâkimi eski Sierra Leone İçin Özel Mahkeme başsavcısı gibi nitelikli uluslararası hukukçulardır. Heyet yine Palmer’den farklı olarak delilleri yerinde incelemiş, yaralıları tıbbi muayeneden geçirmiş, adli tıp kurumunda özel incelemelerde bulunmuş, mağdurlarla birebir mülakatlar gerçekleştirmiş, saldırıya uğrayan gemileri incelemiş ve bütün bunları tıbbi askeri teknik bilirkişiler ile birlikte gerçekleştirmiştir. Yani heyet delillere dokunmuştur. Tamamen bağımsız ve tarafsız bu heyetin uluslararası hukukçularının vardığı nihai sonuçlar ile Palmer Komisyonunun siyâsî üyelerinin masa başından verdiği kararlar birbirinden tamamen farklıdır.

BM İnsan Hakları Konseyi, saldırıda savaş suçu ve insanlığa karşı suçlar işlendiği tespitinde bulunmuştur. Tespitler uluslararası hukukun ve insan hakları hukukunun çok ağır bir şekilde ihlal edildiği yönündedir. Buna rağmen BM ile yakın koordinasyon içinde çalışan Uluslararası Ceza Mahkemesine yukarıdaki tespitlerden sonra yapılmış başvuruya ilişkin bugüne dek en ufak bir adım atılmış değildir. Devlet de henüz bu başvuruya yönelik en ufak bir destek içerisinde bulunmamıştır.

Gelinen noktada MAZLUMDER olarak Türkiye Cumhuriyeti Hükümetinin kararlarını ve girişimlerini doğru bulmakla birlikte, zaman olarak geç kalındığını düşünüyoruz. Türk Anayasası’nda ve Türk Ceza Kanunu’nda Türkiye yargısının bu saldırıya ilişkin Türkiye’de kovuşturma ve yargılama yetkisi bulunmaktadır. Kaldı ki, malum saldırı sonrası yolcular için lehe ve aleyhe gerçekleşmesi beklenilen ihtimalleri ve önerilerimizi hükümete ve tüm kamuoyuna iletmiştik.

Ancak bütün bu çalışmalara rağmen şu ana kadar herhangi bir dava ya da verilmiş bir takipsizlik kararı mevcut değildir. Bütün bu gecikme ve yaşanan olumsuz gelişmelere rağmen soruşturmanın biran önce hızlandırılması ve İsrail devleti görevlileri hakkında dava açılarak yargılamanın yapılması gerekmektedir. Hatta soruşturmanın seyrinde yargı yetkisini kullananların ihmali olup olmadığı araştırılmalı ve tespiti halinde gerekli cezalandırılmanın yapılması süreci işletilmelidir.” 8 Eylül 2011

30 Eylül’de, şehit yakınları ve diğer mağdurlar Mavi Marmara soruşturmasını yürüten savcılar hakkında, Hâkimler Savcılar Yüksek Kurulu’na suç duyurusunda bulunuyorlardı. Konuyla ilgili gazete haberi şöyleydi:

Bu hafta başında ulusal bir gazetede saldırıya katılan ve saldırı operasyonunu yöneten İsraillilerin isim ve fotoğraflarının yayınlanmasının ardından, saldırıyı soruşturmakla görevlendirilen İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın yaptığı açıklama Mavi Marmara mağdurlarını ayağa kaldırdı…

Basın açıklamasını Mavi Marmara baskınında şehit olan İbrahim Bilgen’in oğlu İsmail Bilgen okudu. Bilgen, isim listeleri kendilerine 13.07.2011 tarihinde sunulduğu halde ve medyanın yayınlaması üzerine de Savcılık makamının Türkiye devletinin değil, İsrail devletinin savcısı gibi savunmaya geçmesini ve “inanın biz bulmadık bu isimleri, hatta hiçbir makamdan böyle bir talebimiz dahi olmadı.” şeklinde soruşturmada yapılması gerekeni yapmadığını ikrar eden Savcılığı eleştirerek, yetkilileri göreve çağırdı.

“Savcılar ihmal etse, hükümetler takipsiz bıraksa da, biz mağdurlar olarak davamızı hem ulusal hem de uluslararası alanda sonuna kadar takip edeceğiz,” diyen Bilgen, açıklamasının sonunda, “Şehidlerimizin, Gazze’nin ve bizim mağduriyetimizi küçük hesaplarına kurban etmeye çalışan kişi, siyâsî parti, STK, gurup, hizip, cemaat ve bürokratlardan Cenâb-ı Hakk huzurunda davacı olacağımızı beyan ediyoruz.” dedi.

İHH tarafından düzenlenen basın toplantısında ise Palmer Raporu çerçevesinde yapılan kamuoyu algısı yaratma operasyonunun en başta hukukçuları etkilediği anlatılıyordu.

Mavi Marmara gemisine yapılan saldırıların üzerinden 1,5 yıl geçmesine rağmen hâlâ konu ile ilgili Türkiye’de bir dava açılamadı. Ancak özellikle Mavi Marmara aktivistlerine karşı sadece ‘Kahrolsun İsrail’ şeklinde slogan attıkları gerekçesiyle jet hızıyla aleyhlerinde davalar açılmaktadır.

Son olarak İHH İnsani Yardım Vakfı Genel Başkanı Bülent Yıldırım hakkında da geçtiğimiz yıl ülkemize gelen ‘Asya Konvoyu’ karşılaması sonrasında soruşturma açıldı.

…Son günlerde Mavi Marmara aktivistlerine açılan davalarla ilgili bilgi veren İHH Başkanı Bülent Yıldırım, kendilerinin Mavi Marmara saldırısında 9 insanın ölümünden sorumlu İsrail hükümetine dava açılmasını beklerken aksine Mavi Marmara aktivistlerine peş peşe davalar açıldığını söyledi.

Bugüne kadar Diyarbakır, Kayseri ve Ankara olmak üzere 3 dava şoku yaşadıklarını belirten Yıldırım, ‘Dikkat çekici olan Diyarbakır’da Kayseri’de birer şehidimiz Ankara’da da 2 yıldır yoğun bakımda olan bir kardeşimiz olmasıdır. Şimdi diğer şehitlerin olduğu illerde de dava açılıp açılmayacağını merakla bekliyoruz.’ dedi.

Bülent Yıldırım Türkiye’de yargı sisteminin bağımsız olduğuna inanmakla birlikte yargı mekanizması içinde kendilerine dava açmaya hevesli insanların oluğunu düşündüklerini kaydetti. Ellerinde davalarla ilgili bazı bilgiler olduğuna dikkat çeken Yıldırım, ‘Eğer bu davalar devam ederse biz de elimizdeki bilgileri basınla paylaşacağız. Çünkü Türkiye de hiç bir şey gizli değil. Kimler nereye nasıl hizmet ediyor ortaya çıksın. Yargının içerisinde bir takım çevreler bu davaları açmaya çok mu hevesliler? Biz bir takım bilgilere ulaştık, bu bilgileri şu anda paylaşacaktık ama Uludere olayı olduğundan erteleme kararı verdik. Ama eğer bu davalar devam ederse elimizdeki bilgileri basınla paylaşacağız. Kimler, nereye nasıl hizmet ediyor artık her şey net bir şekilde ortaya çıkmıştır.’ dedi. 30 Eylül 2011

Bu davalar karşısında isyan eden Çetin Topçuoğlu’nun eşi Çiğdem Topçuoğlu da: “Hep merak ederim, neden hâlâ katledilen 9 TÜRKİYE vatandaşının katillerinden hesap sorulmaz da, katilleri kınayanlardan sorulur? Hem de jet hızıyla hukuki süreç başlatılır. Bu ne hız ve neyin telaşı bu yapılan? Bilmediğimiz bir adrese mesaj mı verilmek isteniyor?” diye soruyordu.

0 Yorum ↓

Yorum Yok

Yorum Yazın