Bölüm

Mavi Marmara’nın sesini dünyaya duyurdu: Cevdet Kılıçlar

1972, Kayseri-31 Mayıs 2010, Gazze yolu-uluslararası sular

Kayseri’de doğdu. Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi mezunu. 15 ve 13 yaşlarında iki çocuk babasıydı. Uzun süre gazetecilik yaptı. Yüksek lisansını yapmak üzere Almanya’ya gitti ve tekrar İstanbul’a döndü. Bir dönem Vakit gazetesinde çalıştı. 2008’de İHH’da çalışmaya başladı. Filoya katılanların doldurduğu iletişim formunda yardım edebileceğiniz alanlarla ilgili kısmı “Ne iş olsa yaparım” diye doldurmuştu.

Yobazlık sadece dinde olmaz.
Bu her düşünce için geçerli.”
Derya Kılıçlar (Eşi)

Ağustos 2010 – İstanbul

Ergenlik çağındaki iki çocukla bir başına kaldı Derya Kılıçlar. On beş yaşındaki kızı Gülhan ve on üç yaşındaki oğlu Erdem ile Gülhan, büyüyünce doktor olup Filistin’deki yaralı ve hastalara şifa vermek istiyor. Erdem ise Bilgisayar Mühendisi olup İsrail’in sistemini çökertmek…

Cevdet ile Derya’nın dillere destan aşkı, evliliği ve omuz omuza verdikleri mücadele filmlere konu olacak cinsten…

Derya Kılıçlar: Eşimle liseden arkadaştık. Beni evlenmeye ikna etmek için altı-yedi sene uğraştı… Sonunda, 1991 yılında bir gün telefon etti ve “Seni son kez arıyorum. Eğer bana evet dersen seninle evleneceğim, hayır diyorsan da Bosna’ya gidip savaşacağım.” dedi. Ben de ağladım ve “Tamam gitme kabul ediyorum.” dedim… Evlendikten sonra bir gün gözümün içine bakarak “Bir seni sevdim, bir de şehadeti… Ama senin için şehadetten vazgeçtim. Allah beni affetsin.” dedi.

Lise yıllarındaki Cevdet Kılıçlar nasıl biriydi?

Kalbinde herkese yer olan, sıcak, sevgi dolu, duygulu, kibar, nazik, saygılı, ince bir insandı. Özündeki güzellikleri her zaman taşıdı. O zamanlar solcu idi. Sadece dünyaya bakışı değişti.

Nasıl oldu bu değişim?

Her iki grupla da sürekli konuşur ve kafasındaki soruları sorardı. Sol taraftan kendisini ikna edecek cevaplar alamadı. Bütün sorularının cevabını İslamiyet’te buldu.

Eşinizin yola çıkmaya karar verdiği günlere dönelim mi biraz?

Yola çıkmadan önceki son günlerini sürekli elektronik aletlerin satıldığı Doğu Bank’ta geçiriyordu. Gece görüşlü kameralar, internet yayınını ayarlayabilmek için aletler alıyor, eve gelip sabahlara kadar o aletlerin denemelerini yapıyordu. Çoğu zaman bir saatlik uykuyla yetiniyordu.

Şu an Mavi Marmara ile ilgili ortada dönen görüntüler de hep onun başarısı.

İsrail, “Canlı yayını kestim.” diyerek, her türlü katliamı yaptı.

Ama Cevdet o görüntüleri kayda almaya başardı.

O kadar heyecanlıydı ki gideceği için. Çok istiyordu. Bundan önceki konvoya da gitmek istemişti ama Bülent Abi (Yıldırım) “Sana burada ihtiyacımız var.” diyerek göndermemişti.

O konvoya yapılan saldırıyı evde televizyondan izlerken çok üzüldü. “Oradakileri kıskanıyorum, orada olmayı ne kadar isterdim. Bülent Abi beni göndermedi ama bir sonraki gemiyle kesinlikle gideceğim.” diyordu.

Birbirinize çok düşkünmüşsünüz; gitmesine engel olmaya çalışmadınız mı?

Afrika’ya, Mısır’a, Irak’a, Afganistan ve Lübnan’a giderken de göndermek istememiştik, çünkü onu kaybetmekten korkuyorduk. Bu sefer de çocuklar “Anne ya, n’olur babam gitmesin, çok korkuyoruz.” dediler ama o, “Yapmayın çocuklar. Herkes böyle yapmış olsaydı şu an Gazze diye bir yer olmazdı. Gitmem lazım.” dedi ve gitti. Ama gitmeden önce, “Endişelenmeyin, uluslararası sulardan gideceğiz. Her ülkeden insanlar, milletvekilleri var; hiçbir şey yapmaya cesaret edemezler. En fazla taciz ateşi açarlar. Ya da bizi alır limana çekerler.” diyerek rahatlattı bizi.

Cevdet Kılıçlar, elindeki son görüntüleri de maille yolladıktan sonra, İsraillilerin canlı yayını tamamen kestikleri, gazetecilerin canlarını korumak için masaların altına saklandıkları anda, kamerasını alarak basın odasını terk ediyor. Onu vazgeçirmeye çalışan arkadaşlarına ise “Allah rızası için beni engellemeyin. Benim için burada yapacak bir şey kalmadı.” cevabını vererek, baskını belgelemek üzere yukarı çıkıyor… Ve… Fotoğraf çekerken alnından vuruluyor…

Derya Kılıçlar: Birilerinin İsrail’e “Dur!” demesi gerekir. Şu an sessiz kalırlarsa onlara da gelecektir sıra. Amerika’nın Bin Ladin’i beslemesi gibi düşünün. Özellikle Arap ülkelerine söylüyorum bunu. O krallara, şeyhlere…

Sizinle söyleşi yapan Arap gazetecilere de söylediniz mi bunları?

Tabii ki, hiç korkum yok benim. Hepsine söyledim.

Sessiz kalan herkese söylüyorum:

“Bu zulme, sessiz kalan herkes ortak olmuştur.”

Bu canı ben bir şekilde vereceğim nasılsa. Neden Allah için olmasın. Allah bana da eşim gibi bir ölüm nasip etsin inşallah.

D.Y: Alnından vurulacağını da hissetmiş galiba…

Derya Kılıçlar: Bundan on dokuz yıl önce, öğrenci yurdunda beraber kaldığı arkadaşı Vural, Cevdet’i ağlarken görüyor bir gün ve neden ağladığını soruyor. Cevdet, “Şu Filistin’in hâlini görmüyor musun?” demiş. Ardından da alnını ve ensesini göstererek ilave etmiş: “Çok değil, bir tane, kurşun şuradan girecek ve şuradan çıkacak.”

Vural, haberleri izlerken Cevdet’in aynı o gün anlattığı şekilde öldüğünü duyunca yere yığılmış…

Yine bir gün, Adanalı bir arkadaşı ziyaretine gelmiş Cevdet’in. Ölümle ilgili konuşuyorlarmış. Arkadaşı eşime “Nasıl ölmek istersin?” diye sormuş. O da “İki kaşımın ortasından tek bir kurşunla Allah için öldürülmek isterdim.” demiş… Allah duasını kabul etti.

Gülhan Kılıçlar: Sonradan öğrendiğimize göre, bu dediklerinden dolayı, arkadaşları babamla hep “Alnından vurulası!” diyerek şakalaşırlarmış.

Derya Kılıçlar: Allah bir şekilde söyletiyormuş ama biz bunu idrak edemiyormuşuz. Bütün bunlar tesadüf olamaz.

Gülhan Kılıçlar: Ben de bir gün babamla otururken, bir an için babamın biraz açık olan alnına odaklandım ve “Babamı biri vurmak istese alnından vurur.” diye geçirdim içimden. Sonra da “Ne saçmalıyorsun?” dedim kendime…

Babam gemideyken sürekli karışık rüyalar görüyordum.

Uyumak istemiyordum. Çünkü beş dakika bile kestirsem mutlaka kâbus görüyordum.

Annem de babamın mezarını görmüş rüyasında.

Derya Kılıçlar: O rüyadan iki gün sonra Bahattin Abilerin¹bindiği uçak düştü. Rüyayı ona yordum. Eşimin üzerine konduramadım hiç…

Kahvaltı sofrasındaydık onların haberini aldığımızda. Eşim hıçkıra hıçkıra ağladı ve üzüntüden kahvaltısını bırakıp işe gitti. Onların gıyabi cenaze namazları kılınırken de Allah kendisine de şehit olmayı nasip etsin diye dua etti ve kısa bir süre sonra da duası kabul oldu…

Ömrü bu kadarmış demek ki.

Belki o gemiyle gitmeseydi o saatlerde yatağında ölmüş olacaktı. Allah onun dualarını kabul etti.

Ölümü kendi istediği şekilde oldu…

Bu şekilde düşünerek kendimi rahatlatmaya çalışıyorum.

Normal bir ölüm olsaydı kaldıramazdım herhalde.

Beni ayakta tutan onun şehadetidir diyebilirim.

Biz inanan insanlarız, eşimin sorgusuz sualsiz cennette olacağını bilmek büyük bir rahatlık.

Ölümü bir yok oluş olarak düşünseydim bu olaydan sonra ben de yok olmuştum zaten…

İnsan bir an önce kıyamet kopsun, dünyanın sonu gelsin istiyor… Asıl hayatın ahrette başladığına inandığım için katlanabiliyorum bu kadar acıya.

Tam bu sırada, Cevdet Kılıçlar’ın Almanya’daki kardeşi arayarak “Cevdet’in telefonundan siz mi aradınız az önce?” diye soruyor Derya Hanım’a. Oysa ki hat görüşmeye kapatılmış durumda. Derya hanımın, “Ruhu orada olduğunu haber vermiş.” esprisi eşliğinde, işi sırlar dünyasına havale ediyoruz… Aylar sonra, bu olayı hatırlatıp, “Bir açıklama bulabildiniz mi?” diye sorduğum Derya Kılıçlar’dan, “Hayır, araştırdık gerçekten de kapalıymış ve o tarihte başkasının kullanması mümkün değilmiş. Kimse bir şey anlamadı.” yanıtını aldım.

Şehadet kavramı sizin için ne anlama geliyor?

Şehadet illa ölmek anlamına gelmez.

Hadislere göre, bir insan Allah’ın istediği gibi yaşarsa da şehit olabilir.

Yani, bunun illa ki kanla olması gerekmiyor…

İnsan eşim gibi her an idealleri ve başkalarına iyilik yapmak için, zulme karşı durarak yaşarsa, her işini Allah için yaparsa yatağında da ölse şehit olur.

D.Y: Gemideki gazetecilerden biri “Direnilmeseydi öldürmezlerdi. Özellikle de Cevdet Kılıçlar ve Furkan Doğan boşu boşuna öldüler.” dedi…

Bunu başkalarından da duydum. Çok dar bir çerçeveden ve bencilce bakıyorlar. Bütünü görmek gerekiyor.

Hem neyle direnmişler?

Bu nasıl bir zulümdür?…

Bu durumu göre göre, İsrail’i aklarcasına konuşanlara insan diyemiyorum; kusura bakmasınlar.

Onlar oraya belli bir ideal uğruna, insanlık onurunu ayakta tutmak için gittiler…

Niye boşu boşuna ölmüş olsunlar ki?…

Çocuklar nasıl dayanıyorlar bu acıya?

Gözümün içine bakıyorlar. Ben dik durursam onlar da iyi oluyorlar. Ben ağlarsam sızlarsam onlar da çöküyorlar.

Benim boynumu büküşüm bile onlara yetiyor.

Dolayısıyla ben güçlü olmak zorundayım…

Babayı konuşmadığımız bir tek gün bile yok. Bu onların psikolojisi açısından da gerekli!

Cevdet’in gemideki resimlerini özellikle astım.

Sürekli gözümüzün önünde olmasını istiyorum. Hayatımıza o bu evde yaşıyormuş gibi devam ediyoruz.

Oğlum, bugün geçmiş karşıma duruşunu gösteriyor ve “Anne bak bu sana ne hatırlattı, ben kim gibi duruyorum.” diyordu.

“Aynı baban gibisin.” dedim… O da aynı babası gibi esprili ve hayat dolu.

Nasıl bir babaydı?

O kadar güzel bir babaydı ki… O kadar ilgili, o kadar sevgi doluydu ki… Herkes şaşırırdı bizim aile ilişkilerimize.

Bir eş olarak da çok özeldi. İşe giderken onu severek öperek gönderirdik, karşılarken de aynı şekilde karşılardık. Çocuklar akşamı zor ederlerdi. Akşam olacak da babamız gelecek diye.

Çocukları için yapamayacağı şey yoktu.

Son senelerde, çocukların eğitimini etkilemesin diye, televizyonu bile kaldırmıştık… Bu olaydan sonra gelişmeleri takip etmek için koyduk tekrar.

Gülhan Kılıçlar: Babamla beraber gazete, dergi hazırlar, yazı yazar, röportaj yapardık… Okuldan geldiğimde, işten dönmesini zor beklerdim. “Hemen gelsin de gün içinde neler yaptığımı hemen anlatayım.” derdim. Babam gelince koşa koşa gider sarılırdım. “Baba, bugün ne yaptım biliyor musun?” diye nefes almadan anlatmaya başlardım. İki saat durmadan anlatırdım… Sonra da o bana anlatırdı… Kitap okuduğumda kafama yatmayan şeyleri babama sorardım, tartışırdık. Birlikte Kur’an okurduk… Onunla her anımız çok güzel geçerdi.

İşten geldikten sonra tüm zamanını bize ayırırdı. Pazar günleri daha başkaydı. Çünkü bütün gününü bizimle geçirirdi. Pazar günü yemekler babamla bana aitti. Kahvaltı, öğlen, akşam, hepsini birlikte hazırlardık. Çok güzel yemek yapardı babam. Hatta yemek yaptıktan sonra, bir de annemin yemekleriyle kıyaslardı.

Ben arkadaşlarımın arasında pek konuşmam. Ama babamla car car konuşurdum.

Babam beni hep küçük kızı gibi gördüğü için ben de kendimi onun yanında küçük bir kız gibi hissediyordum.

Arkadaşlarım evimize geldiklerinde beni babamla gördüklerinde çok şaşırıyorlardı. Çünkü dışarıdaki Gülhan’la babasının yanındaki Gülhan arasında dağlar kadar fark vardı… Şimdi çok zor…

Derya Kılıçlar: Cevdet, çok gülen, samimi bir insandı. Çok da gururluydu. Her durum ve koşulda, patronlarına karşı dahi, bedeli ne olursa olsun, doğruya doğru yanlışa yanlış diyen biriydi. Çok sıkıntı çektiğimiz dönemlerde bile hiç kimseden yardım istemezdi. Kendi işsiz kaldığı dönemlerde başka arkadaşlarına iş bulurdu.

Kimin ne sıkıntısı varsa ona çare bulurdu. Evsiz olanlara evimizi açardı. Elinden de her iş gelirdi. Fayans döşemek, marangozluk, badana, elektronik eşya tamiri… Teknolojik aletlere çok meraklıydı ve bu konuda müthiş bir yeteneği vardı. Şu an basında bulunan birçok arkadaşımıza fotoğrafçılığı öğreten odur.

Filistin sevdasını anlatır mısınız biraz?

Yüreği Filistin için atıyordu. Bizim için Mescid-i Aksa’nın ayrı bir önemi var. Orası bir sembol çünkü! Müslümanlığın kurtuluşu oranın kurtulması ile ilgili bir şey. Orası esir olduğu sürece, bütün Müslümanlar da esirdir. Orası bizim namusumuz gibi bir şey. Ve Mescid-i Aksa’da şu an yaşanan Kerbela’dır; daha ağır silahlarla, daha fazla zulümle…

Dolayısıyla, bugün orada o zulüm yaşanıyor ve bizler de bu zulme sessiz kalıyorsak, biz de en az İsrail kadar suçluyuz demektir.

Filistin’in bombalandığı dönemlerde çoluk çocuk birbirimize sarılarak hıçkıra hıçkıra sabahlara kadar ağlıyorduk; gündüz olunca da protesto etmeye gidiyorduk.

Boğazımızdan lokma geçmiyordu; yirmi iki gün boyunca sadece çorba içtik.

Hayat durmuştu o günlerde bizim için.

Bu duyguları yaşamak suç değil ki.

Gülen’in açıklaması karşısında neler hissettiniz?

Çok sinirlendim. Şunu da özellikle yazın: Acıyorum ona.

Neden acıyorsunuz?

Çünkü en güzel yerde, en güzel koşullarda yaşıyor. İnanılmaz rahat ve zevkine dalmış durumda. Böyle Müslümanlık olmaz bence.

Allah Resulu öyle yaşamıyordu. Önce bir yaşantısına baksın yani.

Elini biraz taşın altına koymalı bence.

Özellikle yazın bunları; hiçbir şekilde çekinmiyorum.

Amerika’da yaşadığı için safını net olarak belirlemeli… Ki bu sözüyle işin aslı görünüyor.

Müslüman’ım diyen bir cemaat lideri için çok acı bir şey. Hangi sistem, hangi devlet düzeni gelirse gelsin, onunla çatışmamak adına, o sisteme karşı gelenleri elinin tersiyle itebiliyor ya da canını acıtacak şeyler söyleyebiliyor.

Bu sözü de benim canımı acıttı açıkçası. İzin almak ne demek?…

Zaten izin alınmış olsaydı o geminin kalkmasına gerek kalmazdı. İzin vermedikleri için gemi kalktı.

Bir tarafta her şeyi elinin tersiyle itmiş, insanlık onuru için çizilen rotaya doğru hareket eden dokuz tane yiğit var. Onlar küçümseniyor, yadırganıyor, boşu boşuna, pisipisine gitmiş oluyor…

Ama zevkine, sefasına düşkün olan insanlar pohpohlanıyor. Esefle kınıyorum Fethullah Gülen’i. Bu sözlerden sonra söyleyeceği hiçbir şey beni çekmez, ona karşı iyi şeyler hissetmeme sebep olamaz…

Bu nasıl bir anlayıştır, nasıl bir dünyada yaşıyoruz anlamıyorum.

Zaten eşim: “Lanet olsun bu çivisi çıkmış dünyaya. Boğuluyorum, sıkılıyorum.” diyordu.

Hükümetin Mavi Marmara konusundaki tutumu hakkında ne düşünüyorsunuz?

Devreye girmekte çok geciktiler. Saldırılar başladığında bir şey yapmadılar.

Eğer erken devreye girmiş olsalardı bu ölümler olmayacaktı.

Şu ana kadar Türkiye’de, Filistin konusunda en sert tepkiyi veren Başbakan Erdoğan’dı. Ama bunlar yeterli değil bence.

Yani biraz çelişki de görüyorum ben burada.

“One minute!” diyerek çok güzel bir çıkış yaptı ama faaliyette bir şey yok.

Neler yapılmadı mesela?

İsrail konsolosluğu, Konya hava üssü hâlâ duruyor.

Bir takım anlaşmalar hâlâ devam ediyor.

Neden?… Söylemlerle çelişmiyor mu bunlar?

Mavi Marmara’da olanlar, askerin kafasına çuval geçirilmesinden çok daha vahim.

Bir bedel ödetilmesi gerekiyordu.

BM komisyonunun kararından umutlu musunuz?

Oradan iyi bir şey çıkacağını zannetmiyorum. İsrail de bunu kabul ettiyse zaten adamı olduğu için kabul etmiştir. İsrail boşu boşuna kabul etmez böyle bir şeyi.

Hepsi işbirlikçi. Zaten İsrail’in bu kadar kural tanımaz olmasının sebebi diğer ülkelerin onları kollayıp gözetlemesi değil midir?

D.Y: Bundan sonra ne yapmayı düşünüyorsunuz?

Süreci takip ettireceğim. Savcıdan eşimi öldürenin bulunmasını talep ettim.

İsrail tutuklu bir tek askerinin peşini yıllarca bırakmıyor, ben katledilmiş eşimin peşini bırakır mıyım?

Bu benim en doğal hakkım…

Kendime gelir gelmez de eşimin hayatını, hayallerini, vizyonunu anlatan bir kitap yazacağım İnşallah

Hiçbir şey yapamazsam da bu yolda ölürüm gerekirse. Karınca misali…

Bu olay, sizde ya da çocuklarınızda herhangi bir şekilde “Yahudi” düşmanlığı oluşturdu mu?

Bu olayın Yahudilik ile bir ilgisi yok.

Benim başkaldırım, öfkem, sitemlerim, acım Siyonistlere karşı.

Yahudilerle Siyonistleri aynı kefeye koymuyorum asla.

O gemide Yahudiler de vardı.

Siyonizm ayrı bir şeydir… Bizim ülkemizde de Yahudiler yaşıyor; neden kimse onlara bir şey demiyor…

Ben, eşim İsrail askerleri tarafından katledildiği halde, Hitler’in Yahudilere yaptıklarını düşününce şu an bile üzülüyorum.

İnsanlık onuru için büyük ve kara bir lekedir bu olay…

Hiç kimse ırkından, dilinden, dininden ötürü bu türlü şeylere maruz kalamaz.

Çünkü insanlar ırklarını kendileri tercih etmiyorlar. Ben Yahudi de olabilirdim. Burada doğmuşum, T.C. vatandaşıyım, ama İsrail’de de doğabilirdim.

  1. Bahattin Yıldız: 1956 Sivas doğumlu. 1975 yılında İzmir İmam Hatip lisesinden mezun oldu. 1975–1980 yılları arasında okuduğu Erzurum Atatürk Üniversitesi İşletme Fakültesini 1987 yılında Afganistan dönüşünde 2. öğrencilik döneminde bitirdi. Yazıları Mavera, Güldeste, Gurbet dergilerinde ve Milli Gazete ile Yeni Devir Gazetesinde yayınlandı. Abdülhamit Muhaciri mahlasıyla Milli Gazetede çocuk köşesini hazırladı. Aynı dönemde çıkan Selam Dergisinde de yazıları yayınlandı. İmza Dergisi ve Müslüman Genç Dergisinde çeşitli mahlaslarla birçok yazısı yayınlandı. www.yorum-online.de internet sitesinde yazarlık yapıyordu. Savaşan Afganistan, Cihat Günlüğü, Kar Çiçeği, Karda Ayak İzleri, Güllerin Vedası isimli kitapları yayınlandı. Üçü kız, ikisi erkek beş çocuğu ve bir torunu var. 70-80’li yıllarda filizlenen İslami Hareketin öncülerinden. Afgan Cephesinde Ruslarla savaştı. Bir çarpışma sırasında yaralandı. Yıllar sonra İHH İnsani Yardım Vakfı’nın yurt içi ve dışı yardım organizasyonlarında gönüllü olarak hizmet ederken Balkanlar’dan Afganistan’a uzanan geniş bir coğrafyadaki yardım çalışmalarına katıldı. Keşmir depremi sonrasında bölgeye ilk ulaşanlardan biri olarak Keşmir’li Müslümanların yardımına koştu. Balkanlara yaptığı seyahatlerle birlikte özellikle Srebrenıtsa Katliamına sessiz kalmamak ve unutturmamak için yapılan yürüyüşlere katıldı. Yetimhane kurmak için arsa almak üzere gittiği Afganistan’ın Kunduz Bölgesinden Kabil’e dönerken düşen uçakta hayatını kaybetti. (Söyleşilerde adı sıksık, üstelik büyük bir hayranlık ve sevgiyle anılan Bahattin Yıldız’ın düşünce dünyasını merak ettiğim için ulaşabildiğim yazılarının çoğunu okudum ve onun her fırsatta ‘muhtaç ve mazlum olan kişinin dinine, ırkına bakılmaz’ mesajını vurguladığını gördüm. D.Y

Cevdet Kılıçlar’ın Otopsi Raporu:

  1. İki kaş arasında atipik ateşli silah mermi çekirdeği mermi giriş yarası tespit edilmiştir.
  2. Kafatasının arkasında yıldızvari ateşli silah mermi çıkışı tespit edilmiştir.
  3. Alnından giren merminin beynini parçalayarak kafatasının arkasından çıktığı tespit edilmiştir.
  4. Kanında bir miktar Etenol ve Metenol bulunmuştur. Bunun ölüm sonrası temizleme amacıyla verilmiş olabileceği tespit edilmiştir.
  5. Rapora göre kişinin ölümü ateşli silah mermi çekirdeği yaralanmasına bağlı kafatası kemik kırığı ve beyin doku harabiyeti nedeniyle gerçekleşmiştir.

Bir yıl sonra…

Derya Hanım, Mavi Marmara katliamının üzerinden bir sene geçti, nasılsınız?

Bizim için hiçbir şey değişmedi. Özlem zaman geçtikçe yoğunlaşıyor, onsuz hayat çok daha zor.

Kendimi toparlayıp da kitabı yazmaya bile başlayamadım daha ve bunun için çok üzülüyorum.

Bir sene geçmesine rağmen Mavi Marmara davasının hâlâ açılmamış olmasını nasıl karşılıyorsunuz?

Bu Türkiye için bir ayıptır. Siyâsî bir tutum olduğunu sanıyorum. Küçük suçlarda bile hemen dava açılırken böyle bir olayda nasıl açılmaz. Mavi Marmara için bütün ülkelerin ortak tavır alması lazımdı ama Türkiye bile davaya sahip çıkmadıktan sonra diğer ülkelerden bunu yapmalarını nasıl bekleyebiliriz ki… Her şey lafta kaldı. Verilen sözlerin tutulması ve yüreğimize su serpecek adımların atılması gerekirdi.

İki yıl sonra…

Derya Kılıçlar: Artık herhangi bir şey söylemek istemiyorum. Her geçen günle acılarımız daha da ağırlaşıyor. O zamanlar söylenecek her şey söylendi zaten.

 

 

0 Yorum ↓

Yorum Yok

Yorum Yazın