Bölüm

Kırımlı Murat ve İsrail askerleri: Murat Akinan

“Yola insanlık uğruna çıkmışım ve
bu yolda ölürsem şehit olacağıma inanıyorum.
İnsan Ateist bile olsa böyle erdemli bir yolda ölüyorsa
Allah ona der ki:
‘Sen onurlu bir iş yaptın, senin yerin burası.’ ”
Murat Akinan

31 Ağustos Salı 2010 – İstanbul

İHH’nın Mavi Marmara katılımcıları için organize ettiği iftar yemeğinin çıkışında buluşup, Üsküdar’daki bir çay bahçesine gidiyoruz, Murat Akinan ve ailesiyle. Güler yüzlü, neşeli, cıvıl cıvıl bir aile. Çiftin dört çocuğu var. Saliha 18, Zeynep 13, Yusuf İslam 10, Muhammed Yasin 7 yaşında. Akinan, Gazze yoluna on sekiz yaşındaki kızı Saliha ile beraber ile çıktı.

Medyada, baskın sırasında esir alınan askerlere yardım edip onların yaralarına pansuman yaptırmasıyla geniş yer alan Akinan’ın, Fatih’te bir balıkçı restoranı var. Çevresinde “Kırımlı Murat” diye tanınıyor…

Eskiden solcuymuş. İHH ile tanışması, daha önceki kara konvoyu organizasyonu sırasında vakfın dağıttığı el ilanları sayesinde olmuş.

O ilanlarda Gazze’ye yardıma gidileceğini okuyunca, hiç düşünmeden gitmeye karar vermiş. “Mısır’da da mağdur olmuştuk; Arich limanında arabalarımıza el koydular. Çatışma oldu. Taşladılar bizi.” diyor…

Filistin duyarlılığınız nasıl başladı?

Murat Akinan: İsrail’in zulmünü sürekli duyduğum ve en son da televizyonlarda Gazze’de yapılanları gördüğüm için, dayanılmaz bir acı hissettim içimde. Ailece içimiz yanıyordu. Televizyonlarda o görüntüleri gördüğümde, “Ya benim evime de bomba düşseydi, ya benim çocuklarım da yaralansaydı…” diye düşündüm… Kolay mıydı bunlara dayanmak?… Ama bunları Mavi Marmara’da bize de yaşattı İsrail.

Sen neler yaşadın Saliha?

Saliha Akinan: Cezaevine herkesten önce ben girdim. Elime pijamalarımı, diş fırçamı verip içeri soktular. Dört kişilik koğuşta kaldım. Yemeklerimizi toplu yiyorduk.

Şiddet uygulamadılar. Ama yine de çok korkunçtu.

Duvarlarda Arapça yazılar vardı. “İnsanlar kimbilir neler yaşamışlardır burada?” diye düşündüm.

Iraklı ama Amerika’da yaşayan bir avukat vardı. Tuvalete gitmek istedi. İzin vermediler. O buna karşı çıkınca, askerlerden biri boğazına sarıldı, diğeri de tırmaladı.

İnsan muamelesi görmedik yani orada.

Gir banyo yap, diyorlar ama banyoda kamera var… Serbest bırakacakları zaman, havaalanına göndermek için kapkaranlık, demir parmaklıklı bir araca bindirdiler bizi. Küçücük camları vardı ama onları bile bantlarla kapatmışlardı. Hava alamıyorduk.

Murat Akinan: O ruh hâlini düşünebiliyor musunuz?… Yanınızdan alıp götürüyorlar kızınızı ve iki gün boyunca görmüyorsunuz.

D.Y: Anne için de çok zor geçmiştir o günler…

Aynur Akinan: İsrail her şeyi yapabilirdi. Sabır ve duayla bekledim. Daha çok kızımdan dolayı endişe duydum. Beyim şehit olarak dönebilirdi, ataktır da zaten, geri durmayı hiç bilmez; yani o ihtimali kabullenmiştim… ama kızım da şehit olabilirdi… Bu çok zordu… Allah’ın izniyle iki günde geldiler.

Murat Akinan: Ellerim kelepçeliyken kızım tevafuken arkama düşmüştü. Su sıkıyorlardı, helikopter saçlarımı yüzüme düşürüyordu, kızım da arkamdan saçlarımı topluyordu.

Saliha Akinan: Benim kelepçelerimi çözmüşlerdi. Adamına göre muamele ediyorlardı. Yabancı, sarışın mavi gözlüleri hiç kelepçelemiyorlardı.

Baskın sırasında İsrailli bir askeri kurtarmıştınız; nasıl oldu bu?

Murat Akinan: Kaptan köşkünün oraya gitmiştim. Bir anda yukarıdan bir İsrail askeri düştü önüme. Baktım başı kanıyor. Onu aldım, en azından içeri sokayım, yarasına bakalım, dedim. Çok korktu. Dizlerinin bağı çözüldü…

Bizimkiler de kabul etmek istemediler önce. Tepki vermek isteyenler oldu tabii ama onlara “Ya, bu artık aciz durumda, yapılacak bir şey yok.” dediğimde, “Haklısın.” dediler.

Arkadaşı ölmüş… dokuz tane kurşun yiyen orda yatıyor, yanında da bu İsrail askeri; adam tepki vermesin de ne yapsın?… En az elli yaralı ve dört şehidimiz vardı o sırada.

Gemi doktorunu çağırdım. Allah razı olsun, koştu geldi hemen. İsrailli asker de bizim yaralılarla aynı bakımı gördü… Aslında düşününce ben de şaşırıyorum. Normal şartlarda akıl işi değil çünkü. Düşünsenize, İsrailli askerin pansumanını benim yaralı kardeşimle aynı anda yapıyoruz… Ama kimse bunu düşünmedi o anda.

Diğer yaralı askerlerin de pansumanları yapıldı. Ama gözlerinde “Bizi öldüreceksiniz…” korkusu vardı hep. Kendileri öldürmeye geldikleri için öldürüleceklerini beklediler.

“Keşke yardım etmeseydim” dediniz mi hiç?

Ercan diye doktor bir arkadaşımız vardı. Askerleri teslim ederken ona ateş ettiler; biz onlara insanlık¹yapıyoruz, onlar ateş ediyorlar. Hani kan revan içinde teslim etsek de ağır yaraladık falan sansalar anlayacağım…

Bir an “Yanlış mı yaptım acaba?” diye geçti içimden ama vicdanım doğru yaptığımı söylüyordu.

Silahlı direniş yapıldığı iddialarına karşı ne diyorsunuz, mesela demirlerin kesilip sopa olarak kullanılması nasıl oldu?

Kaptan, demirlerin kesildiğini ilk gördüğü anda Bülent Başkan’a haber vermiş ve o demirler toplatılmış. Kalsa kalsa bir iki tane kalmıştır.

“Bıçak kullandılar.” diyorlar. Gemide üç tane mutfak var. Normal şartlarda sizin evinizin kapısı kırılsa en azından mutfaktaki bıçağı alır koşarsınız; gemide bu bile yapılmadı. Üç tane asker vardı elimizde, niye onlara bir şey olmamış?

Bizim 54 yaralımızın ateşli silahlarla yaralandığının belgesi var. Şehitlerimizin belgeleri var. Onlar da o üç askerin tıbbi olarak belgesini versin, şu bıçakla vurulmuştur desin… Silah kullanmak isteseydik, en azından ele geçirdiğimiz askerlerin silahlarını kullanırdık.

Ölmek için mi çıkmıştınız yola?

Murat Akinan: Ya, yok böyle bir şey! Benim dört çocuğum var, işim gücüm var. Hiç kimse kendini bile bile ölüme atmaz.

Ölmeye gitmiş olsaydım oraya kızımı götürmezdim.

Ha, kurşun geldi öldün, o zaman şehit olursun. Ama şehitlerimizin hiçbiri oraya ölmek, çocuklarını yetim bırakmak için gitmedi.

Fethullah Hoca’nın dediği gibi otoritelerden izin alınarak gidilse daha mı iyi olurdu acaba?

Murat Akinan:İsrail’i otorite olarak kabul etmiyoruz ki; o da Dünya ülkelerinden biri işte… Herkes şaşırıyor, ama Fethullah Hoca’nın kendine göre bir metodu var; herkesin bir bakış açısı var, o olaya Pensillvanya’dan bakıyor. Demek ki oradan öyle görünüyor. O görüntü ona kendi misyonu gereği öyle konuşmasını gerektirmiştir.

Ben bir esnafım, Türkiye şartlarında normal bir vatandaşım… Kendi baktığım yerden incindim, Fethullah Hoca İsrail’deki Yahudi çocuklarına ağlamıştı… Filistin’deki çocuklara ağlamadın da onlara niye ağladın. Ben buna gaf demem.

Böyle bir felsefesi, bakış açısı varsa ne üzülürüm ne de yorum yaparım ona. Ona tâbi olan insanlar da “Hocamız böyle söyledi, bunda bir keramet vardır.” diye düşünüyorlarsa çok yanlış yapıyorlar. “Vardır bir bildiği.” dediğin zaman, olay orda bitiyor zaten.

Şehitlik nedir sizce?

İnsanlık adına dokuz ölümüz var. Onlar bizim için şehittir. Çünkü onurlu bir mücadele için yola çıktılar ve hayatlarını kaybettiler. İnsan; namusu, malı, dini için ölürse şehit olur.

Şimdi ben Müslüman’ım; her koşulda İslam yolunda ve erdemli bir hayat yaşamaya çalışıyorum. Yola insanlık uğruna çıkmışım ve bu yolda ölürsem şehit olacağıma inanıyorum.

İnsan Ateist bile olsa böyle erdemli bir yolda ölüyorsa Allah ona der ki: “Sen onurlu bir iş yaptın, senin yerin burası.”

Gemideki Türk gazetecilerden biri, “Bizde de hata vardı, insanlar boşu boşuna öldü.” diyordu; sizce?…

Geminin içindesin, tacizi görüyorsun, neticesi de belli. Bunu diyen arkadaş bunu görmüyor mu? Demek ki o da masanın altına saklanan gazetecilerdenmiş. Televizyonlarda gördük onları. Basının normalde ayakta olup haber yapması gerekir. Hiçbir aktivist kesinlikle masanın altına girmedi. Ama basından arkadaşlar masanın altındaydılar.²

Gazzeliler Müslüman olmasaydı Mavi Marmara o yola çıkmazdı da deniyor…

Murat Akinan: Demagojiden başka bir şey değil bu. İHH’nın gitmediği yer yok. Sen müracat etsen, “Ben de geleyim.” desen adamların kapıları açık. Yani bir yere yardım yapılacaksa, ilk amaç insanlıktır. Müslüman mı değil mi diye sonra bakarım… Düşen birini görseniz önce yardım eder sonra sorarsınız kim olduğunu, nereden geldiğini… Biz ailece bu hassasiyetlere önem veren insanlarız. Hepimiz, mahallemizde sıkıntılı bir insan olsa gider gücümüzün yettiği kadar yardım ederiz.

Gemideki atmosferi anlatır mısınız biraz?

Saliha Akinan: Baskın sırasında bir ara Çiğdem Abla geldi yanımıza, “Battaniye verin, çok yaralı var.” dedi. Daha sonra yukarı çıktığımda baktım sessiz sessiz ağlıyor bir köşede… Eşini kaybetmiş meğer

Murat Akinan: Her milletten insan aynı amaç etrafında toplanmıştı. Hepimizin gayesi Gazze’deki öksüz ve yetimlere yardım götürmekti. Bu ruh hâli hiçbir zaman bozulmadı.

(Uzaklara dalıyor; gözleri doluyor. Diyarbakırlı Ali Haydar Bengi gelmiş aklına. Sesi boğum boğum. D.Y)

Yanıyorum… İnan zor dayanıyorum… Onunla göz göze geldik, “Ben Kırımlı Murat’ım.” dedim. “Ben de Ali Haydar.” dedi, sarıldık. Uzun uzun sohbet ettik…

Baskın anında helikopterden sarkıtılan hâlâtı yakalayıp demirlere bağlamıştı… Sonra da vurulmuştu… Yakıyor beni…

Yaşadığım şeyleri unutmam mümkün değil… Gemideki yabancıları da bir görseydin…

Adam Hristiyan, yemek almış giderken karşılaşıyorum, ona yemeğimden veriyorum, o da bana cebinden çıkarıp şeker veriyor…

Peygamber Efendimizin yaşadığı puta tapılan dönemde, “Erdemliler Topluluğu” vardı. Peygamberlik gelmeden önce Efendimiz o gruba dâhildi ve “İnsanlar için ne yapabiliriz?” diye kafa yoruyordu. Mavi Marmara’da biz bunu yaşadık işte. Hristiyanı, Ateisti, Müslümanı; aynı amaçla, insanlara bir faydamız olsun diye bir araya gelmiştik.³

 

  1. Askerler alındı esir olarak. Orada Mahmut Hoca Efendi’nin cemaatinden bir amca gördüm. Sarıklı, cübbeli falan. Baktım ki esir askerlerden birinin yüzünü okşuyor, Kur’an okuyor. “Amca sen ne yapıyorsun?” dedim. “Çocuk korkmuş, ondan okuyorum.” dedi. Başka bir arkadaş “Su verelim.” dedi. Su verdik ardından… Askerleri geri verirken bile yapacaklarını yaptılar. Endenozyalı bir doktor ağabey vardı aramızda. O götürdü askerleri geri vermek için kapıya. Son askeri verirken o doktoru kolundan vurdu.”… /Ali Ayçil tarafından gazeteci Adem Özköse ile yapılan söyleşiden.
  2. Habertürk muhabiri Şefik Dinç, “Kanlı Mavi Marmara” kitabında şöyle anlatıyordu o anları: “…Gazeteci arkadaşlarla koridorda bundan sonra ne yapacağımızı konuştuk ve gemide basın odası olarak ayrılan bölüme geçmeye karar verdik. Artık dışarıda olmanın ya da çalışmaya devam etmenin hayatımız için riskli olduğunu düşünerek basın odasına gittik. Burada hemen yere yatarak masaların altına girdik ve pencere hizasında durmamaya karar verdik…”
  3. Van Olay Gazetesi yazarlarından, Mavi Marmara gazisi Abdulhelim Almalı da gemideki hengâmenin sürdüğü sırada kolundan yaralı olmasına rağmen bir İsrail askerinin üzerine silah doğrulttuğunu ve tam bu sırada gemide bulunan İsrailli bir gönüllünün silahla arasına girmesiyle belki de olası bir ölümden döndüğünü anlatıyordu. (Van’da ikamet eden Mavi Marmara gazisi Abdulhalim Almalı 6 aydır kanser teşhisiyle tedavisi gördüğü evinde vefat etti. / Van AnalizHaber

 

 

0 Yorum ↓

Yorum Yok

Yorum Yazın