Bölüm

Otoritelerden izin alınmalı mıydı?

“İsrail yönetimi ve medyadaki İsrail yanlıları
bulunmaz bir fırsat yakalamışlardı.
Hoca’nın bu açıklamaları merkez medyanın da
başköşesine yerleşti tabii ki.”

Medyanın İsrail tezlerine can suyu veren tavrını eleştirirken, Fethullah Gülen’in Mavi Marmara gündeminin tam ortasına bir bomba gibi düşen açıklamasına değinmeden olmaz. Gülen’in web sitesinde de yer alan habere göre, Hoca, Amerikalı gazeteci Joe Laura’ya, “Özgür Gazze” organizatörlerinin İsrail’in rızasını almamış olmalarının otorite tanımazlığın işareti olduğunu söylüyordu…

Gülen, WSJ’deki röportajında, düzenleme tarzıyla ilgili, “Gazze’ye yardım organizasyonu”na bazı eleştirilerde bulundu. Gülen, organizatörlerin yardım götürmeden önce İsrail ile mutabakat yollarını bulmaya yönelik girişimde bulunmaları gerektiğini vurgulayarak, bunu yapmadan yardım ulaştırmaya çalışmanın olumsuz sonuçlar doğurabileceğinin öngörülmesi gerektiğini dile getirdi. Gülen, Joe Laura imzasıyla yayınlanan haberde, İsrail’in baskını ve sonrasında yaşanan müessif hadiselerle ilgili olarak, “Gördüğüm şeyler yakışıksızdı, çirkindi.” dedi.

Haberde, 100’den fazla ülkede faaliyet gösteren İHH’nın Gazze’ye yardım filosuna öncülük ettiğinden Gülen’in son günlerde haberdar olduğu belirtildi. WSJ, olayla ilgili olarak ‘itidalli’ ifadeler kullandığını belirttiği Gülen’in İHH hakkında “siyasallaşıp-siyasallaşmadıklarını söylemek kolay değil.” dediğini aktardı. Gülen, kendisine yakın yardım kuruluşları Gazze’ye yardım etmek istediklerinde, İsrail otoritesinden izin almaları konusunda ısrar ettiğini vurgularken, saldırı sonrası yapılacaklar konusunda Birleşmiş Milletler’in en iyi adres olduğunu dile getirdi…
4 Haziran 2010/Cihan Haber Ajansı

Ben de çoğu kişi gibi, Amerikalı gazetecinin Hoca’nın sözlerini çarpıttığını düşünüyor ve Gülen’in avukatları bir tekzip yayınlar diye bekliyordum. Ama olmadı öyle bir şey. Onun yerine, cemaate yakınlığıyla tanınan yazarlar “Hocaefendi, aslında şunu demek istemiştir…” mealinde yazılarla durumu idare etmeye çalışıyorlardı.

Gülen’in sözleri henüz tam olarak sindirilmeden ve bu konudaki tartışmalar sürerken, ortalık bu sefer de 12 Haziran tarihli New York Times röportajının haberiyle çalkalandı. Bu röportaj, “Hoca ‘otoriteden izin alınmalıydı’ sözünü irticalen, planlamadan, ölçüp biçmeden kazara söylemiştir.” diyen yazarları yalanlar nitelikteydi:

Fethullah Gülen Hocaefendi New York Times’a Konuştu

Gazze’ye yardım götüren gemiler konusunda Gülen’in, daha önce The Wall Street Journal’a ifade ettiği görüşleri yinelediği belirtildi. NYT, Türk hükümetinin, İsrail’in yardım gemilerine müdahalesini şiddetle eleştirdiği bir dönemde, Gülen’in hatayı organizatörlerde bularak, “otoriteye karşı çıkmaktansa” önceden İsrail yönetiminden izin alınması gerektiği görüşüne yer verdi… Haberde Gülen’in, “Amerika’da; Türkiye, Afganistan, Pakistan ya da diğer ülkelerden gelen radikal düşünceli insanlardan rahatsız edilmeden ve zarar görmeden yaşamayı ümit ettim. Amerika’nın misafiriyim” sözlerine yer verildi.
12 Haziran 2010/Cihan Haber Ajansı

Oldukça kafa karıştırıcı bir durumdu bu. Bir tarafta Gazze’ye giden yardım gönüllülerini radikal Müslümanlar olarak niteleyerek İHH’yı “terör örgütü” listesine almak için çaba sarfeden bir İsrail lobisi, diğer tarafta ise radikal Müslümanlar sıkıntısını dile getiren Fethullah Hoca vardı…

İsrail yönetimi ve medyadaki İsrail yanlıları bulunmaz bir fırsat yakalamışlardı. Hoca’nın bu açıklamaları merkez medyanın da başköşesine yerleşti tabii ki.

Hoca, sözlerindeki “Radikal Müslüman” vurgusunun İsrail’in tezlerine destek anlamına gelebileceğini, en azından bu doğrultuda kullanılabileceğini görmüyor muydu acaba? Peki, İslami çevreler nasıl yorumluyorlardı bu açıklamaları? Bahadır Kurbanoğlu’nun yazısı bu konudaki sıkıntının oldukça köklü ve derin olduğunu gösteriyordu:

Fethullah Gülen, Hangi Otorite’den Bahsediyor?

F. Gülen, Gazze Filosu’na Katılanlardan ve Tüm Türkiyeli Müslümanlardan Özür Dilemeli, Şehit Ailelerinden de Helallik Almalıdır!

Fethullah Gülen’in Wall Street Journal’a verdiği röportajın yalanlanmaması ve sarfettiği sözlerin Abdülhamid Bilici gibi kendisine yakın gazeteciler tarafından tevil edilmeye çalışılması karşısında bu satırları yazmayı zaruret addettim.

Fethullah Gülen’in Gazze Filosuna ilişkin açıklamalarının içeriği ve zamanlaması bizleri şaşırtmamıştır. F.Gülen siyâsî hayatı boyunca bu türden manidar ifşaatları defaatle yapmıştır. Başörtüsü eylemlerinde, “tesettürlerin içerisine erkekleri sokmuş”; Birinci körfez savaşı esnasında “İsrailli çocuklar için ağlarken, Irak’lı çocuk, kadın ve erkekleri unutmuş (!)”; 11 Eylül saldırılarından sonra dünyanın gündeminde Afganistan’a müdahale, Georges Bush ve Ariel Şaron varken, “dünyada en nefret ettiği kişinin Üsame b. Ladin olduğunu” vurgulayıp, Ahmed Yasin’in şehadetinden birkaç gün evvel “Hamas ve Hizbullah’ın terör örgütü olduklarını” açıklayagelmişti!

İlginçtir ki F.Gülen tanımadığını, faaliyetlerinden haberdar olmadığını söylediği bir kurumun (İHH) icraatlarının sonuçlarından yola çıkarak Wall Street Journal gibi, kimliği tüm dünya Müslümanları tarafından bilinen bir basın organına malum açıklamaları yaparken, aynı süreçte Türkçe Olimpiyatlarını düzenleyen komite, izleyicilerine İsrail’in tutumunu protesto etmek amacıyla siyah kurdela dağıtmış ve şehitleri anan açıklamalar yapmıştır. Demek ki F.Gülen bu organizasyonun tertipçilerinin duyarlılıklarından ve icraatlarından da haberdar değil!

Gülen, açıklamalarında otorite’ye itaatten bahsederken, o otoritenin üzerinde uluslararası hukuk ve BM gibi bir otorite olduğunu unutmuş görünmektedir. Ve Siyonist çetenin o otoritenin bugüne dek almış olduğu yüz kadar kararı hiç takmadığı ve bildiğini okuduğunu da.

Üstelik Gazze’de halk tarafından seçilmiş meşru otorite olan Hamas hükümetinin T.C. tarafından tanındığı da T.C. yetkilileri tarafından defalarca dile getirilmiştir.

Bizler, bugüne dek F.Gülen’den bir insanlık suçu olan Gazze ambargosunun kaldırılmasına dönük İsrail’i dize getirmesi gereken otoritelere seslendiğini hiç işitmedik! Ve uluslararası sularda, devlet olarak kendi menfaatlerini korumak için korsanlık ve terör faaliyetinde bulunmasını meşru gördüğünü ima ettiği İsrail’in, uluslararası otoritelerin aldıkları kararlara uyması gerektiğine ilişkin herhangi bir açıklama ve girişimine de şahit olmadık!

F. Gülen, Gazze’ye yönelik ambargonun da kendisi tarafından hangi meşruiyet sınırları içerisinde görüldüğünü de açıklamak zorundadır. Ve bu ambargonun hangi yöntemlerle kaldırılması gerektiğini de!

Gülen, dünyadaki diğer otoritelerin ambargonun kalkmasına ilişkin kıllarını kıpırdatmadıkları böylesi süreçlerde zulme karşı nasıl bir tutum takınılması gerektiği noktasında, Filistinli gruplara ve dünya Müslümanlarına ne önerdiğini de açıklamalıdır. Nisa suresi 75. Ayeti kerimedeki insanların duasına cevap verebilecek bir otorite yok ise, Müslümanların üzerine ne türden sorumluluklar düştüğünü de izah etmelidir. Bu durum bir kader olarak bellenip, duruma boyun mu eğilecektir; yoksa tüm dünya Müslümanları bu vahim tablo karşısında Rableri katında iradelerinden sorumlu tutulacakları bilinciyle hareket etmek zorunda mıdırlar?

Sadece dünya Müslümanları değil, dünyanın tüm vicdan sahibi, duyarlı kesimleri, Terör Devleti İsrail’i meşru görmemektedirler. Onu bir işgal gücü olarak görmektedirler. Üstelik BM nezdinde bu işgalin tanımı tescillenmiş durumdadır.

Filistin topraklarını savunan tüm muhalif güçler, işgale karşı direnen, en doğal hakları olan meşru müdafaayı ortaya koyan ve İsrail’in sadece 67 topraklarından değil, 1948’den bu yana işgal ettiği topraklardan çekilmedikçe mücadeleyi sürdürmeye and içmiş direnişçilerdir. İsrail muhibbi medyanın gerek İHH’nın kimliğini sorgulama, gerek şehitlerin tahfif edilmesi, gerekse İsrail’in masumiyetine ilişkin karşı atağa kalktığı böylesi bir süreçte açıklamalarıyla bu endoktrinasyon sürecine dolaylı da olsa destek olduğu gözlemlenen F. Gülen, yeryüzünün yegâne otoritesi Rahman, Rahim ve Kahhar olan Rabbimizin huzuruna ermeden önce hem Gazze Filosu’na katılanlardan, hem Türkiyeli Müslümanlardan özür dilemeli, hem de şehit ailelerinden helallik almalıdır!
5 Haziran 2010/Bahadır Kurbanoğlu-Haksöz Dergisi

 

Gelin görün ki bu tür eleştirel yazılara özellikle de yaygın medyada rastlamak çok zordu. İslami çevreler derin bir sessizliğe gömülmüşlerdi ve bu sessizliğin nedenini de Mavi Marmara yolcularından Yeni Şafak yazarı Hakan Albayrak’ın 9 Haziran tarihli yazısından öğreniyorduk:

Malum çevrelerin Müslümanlar arasında fitne çıkarmak için kullandığı bu açıklamayı unutalım gitsin. Herkes bağrına taş bassın ve konu kapansın. Birbirimizi daha fazla kırmadan, yarayı derinleştirmeden… İnşallah daha çok yol yürüyeceğiz beraber. Birbirimize bakacak yüzümüz olsun.”
9 Haziran 2010/Hakan Albayrak-Yeni Şafak

Oysa ki fitne oku zaten “Otoriteden izin alınması gerekir.” sözü ile yaydan çıkmıştı ve adres sormadan gidiyordu. Bu konuyu tartışmak değil tam tersine hasıraltı etmek fitnenin güçlenmesine ve okun olmadık yerlere saplanmasına yol açacaktı.

Sözün kısası, bütün bu olan bitenlerden karmakarışık olmuştum ve elbette ki bardak bir gün taşacaktı. Öyle de oldu nitekim ve 8 Haziran’da aşağıdaki yazıyı kaleme aldım:

Asker Kalsın Ben Giderim

Profesyonel bir aktivist değilim. Başkalarının organize ettiği eylemlere pek katılmam. Ömrüm boyunca hep bireysel ve bağımsız aktiviteleri tercih etmişimdir. Hâl böyle iken hayatımda ilk defa organize bir eyleme katılmadığım için hayıflandım. Keşke, dedim, ben de katılmış olsaydım Mavi Marmara’nın cesur yüreklerine…

Yürek, dedim de aklıma geldi… Gazze’de insanlık kıyımı sürerken ve oradaki mazlumlara ‘insani’ yardım götüren gemideki insanlarımız bütün dünyanın gözü önünde İsrailli rambolar tarafından katledilmişken bizim yüreğimizdeki ve dilimizdeki bu çatallaşma nedendir acaba? Neden, tüm Türkiye tek yürek ve tek ses olamadı bu olayda?

Neredeydi sahi Hrant Dink katledildiğinde ‘Hepimiz Ermeniyiz’ diyerek sokağa dökülen binlerce duyarlı yurttaş?

Onları organize eden güç ya da toplumsal refleks nereye kayboldu? Ya küresel savaş karşıtları? Onlar neredeydi?

İsrail’in Gazzelilere uyguladığı zulüm ve Mavi Marmara gemisinde yaptığı katliam, -sadece- hayatı din merkezli algılayanların problemi miydi? Değildi tabii ki…

Gazze’deki zulüm, dünyanın en ücra köşelerindeki tüm zulümler gibi insanlığın ortak problemiydi ve ırk, dil, din, ideoloji ayrımı olmadan tek yürek olunup mazlumların yanında saf tutmak gerekiyordu. En azından insan olmak bunu gerektiriyordu.

Ama böyle olmadı ne yazık ki… İşlerine gelen meselelerde hiçbir ‘ama’ yı kabul etmeyen sözde demokratlar, söz konusu İsrail zulmü olunca ‘ama’ larla konuşmaya başladı…

Ama İsrail devletini de anlamak lazımmış… Ama o gemi dincilerin gemisiymiş… Ama geminin asıl amacı yardım değil, ambargoyu delmekmiş… Ama bu bir kışkırtmaymış… Ama olayı protesto edenler şeriatçılarmış… vs.

Gördük ki oyun oldukça iyi kurulmuş… Mavi Marmara’daki katliam dünyanın dört köşesindeki insanları -sofu Museviler dâhil- isyan ettirdi ama bizim kafası karıştırılmış, beyni yıkanmış ‘çağdaş’ insanlarımızın gönül tellerini titretmeyi başaramadı. En bilinçlileri, en solcuları ve hatta en hümanistleri dahi ‘Yesinler birbirlerini bana ne, bir tarafta İsrailli yobazlar, diğer tarafta Arap yobazlar,’ diyebildi.

İsveçli yazar Henning Mankell dahi (kendisinin traş bıçağını göstererek) gemide silah bulduklarını söyleyen yüzsüz arsız İsrail askerlerini ‘korsan’ olarak tanımlarken ve o korsanların silahlı saldırısına karşı kendini müdafanın meşru olduğunu vurgularken, bizimkiler, ‘İsrail’i de anlamak lazım… Gemidekiler de İsrailli askerlere saldırmış,’ diyebildiler… En gelişmiş silahlarla katledilen silahsız insanları, kendilerini İsrail askerlerine öldürttükleri ve İsrail’in başını derde soktukları için suçlayabildiler.

Her neyse, söylenecek çok söz var ama ciltler dolusu kitap da yazsak içimizdeki yangını söndürmeye yetmez.

İsrail’in, zulmüne engel olmaya çalışanlara neler yapabileceğini, vahşetini hangi boyutlara vardırabileceğini yedi düvele gösterdi Mavi Marmara… İşte ben, tam da bu nedenle ve inadına ve elbette ölümü de göze alarak -benimle aynı vicdani duyarlılığa sahip binlerce, hatta belki de milyonlarca insan gibi- Gazze’ye gidecek “ikinci” insani yardım filosuna katılmaya karar verdim. Şu lanet olası yangına, küçük, küçücük bir karınca gibi bir damla su taşıyabilmekten başka da bir derdim yok.
8 Haziran 2010/Dilek Yaraş-Dördüncü Kuvvet Medya

 

0 Yorum ↓

Yorum Yok

Yorum Yazın