Bölüm

Bir Eğitim Neferi: Ali Haydar Bengi

1971, Diyarbakır – 31 Mayıs 2010, Gazze yolu-uluslararası sular

Diyarbakır’da doğdu. 1992–97 yılları arasında Mısır’daki El Ezher Üniversitesi’nde İslamî Bilimler ve Arap Dili Araştırmaları Fakültesinde okudu. 2005 yı- lında arkadaşlarıyla beraber kurduğu ‘Aydınlık Yarınlar İçin Hak ve Özgürlükler, Eğitim, Kültür ve Yardımlaşma Derneği’nin başkanıydı. Mehanur (15), Semanur ve Sena Nur (10) Muhammed Mustafa (5) isimlerinde dört çocuk babasıydı. Gazze’ye Özgürlük Filosu’nun katılım formunda yardımcı olabileceği alanları tercümanlık ve iletişim olarak belirtmişti.


Hemşehrileri, Ali Haydar Bengi’nin neşesini,
okuma aşkını, öğrendiklerini herkese aktarma tutkusunu
ve yardımseverliğini anlata anlata bitiremiyorlar.

30 Temmuz 2010 Diyarbakır
Cuma günü sabah saat dokuzda, yolculuğumun ilk durağı olan Diyarbakır havaalanındaydım. Uçaktan iner inmez, tam tepemizden ve oldukça alçaktan uçan jetleri yadırgayıp da kendimi savaş alanına gelmiş gibi hissederek, “Acaba şehre gelen yabancılara ‘ayağınızı denk alın tepenizdeyiz uçuşu’ mu bunlar?” diye saçma sapan bir düşünceye kapılınca terör haberlerinden ne kadar etkilenmiş olduğumu fark ettim.

Böyle bir durum İzmir’de ya da İstanbul’da olsa hiç aldırış etmezdim oysa. Konuştuğum Diyarbakırlıların da çoğu, terör olaylarının şehrin belli bölgelerinde olduğunu vurgulayarak medyanın sanki bütün Diyarbakır savaş alanıymış gibi bir imaj yarattığından şikâyet ediyorlardı.

Ali Haydar Bengi’nin kardeşi Abdüllaziz Bengi, sözleştiğimiz gibi Cuma namazından sonra beni almaya geldi ve önce abisinin kurduğu derneğe ardından da yengesine gideceğimizi söyledi. Gideceğimiz dernek hemen arka sokaktaydı. Tesadüfen, röportaj yapacağım yere en yakın oteli seçmişim. Dar sokaklardan geçip dernek binasına varıyoruz.

Burası, bahçe içinde tarihi bir medrese binası ve Ali Haydar Bengi’nin gözbebeği. İşinden arta kalan zamanların çoğunu geçirdiği mekân. Zemin katta yatakhane bölümü var, okul zamanı şehir dışından gelen öğrenciler ücretsiz olarak burada kalıyorlar. Orta katta yer minderlerinde oturduğumuz bir sohbet ve yemek odası var, üst katta ise bilgisayar kurslarının, seminerlerin verildiği büyükçe bir salon. Abdüllaziz Bengi “Derneğimiz başlangıçta harabe hâlindeydi, elbirliğiyle restore ettik. Amacımız Diyarbakırlı çocukları sokaktan kurtarıp okumalarını sağlamak.” diyor.

 

Hemşehrileri, Ali Haydar Bengi’nin neşesini, okuma aşkını, öğrendiklerini herkese aktarma tutkusunu ve yardımseverliğini anlata anlata bitiremiyorlar.

Ömer Aytaş: Ortaokul 1.sınıftan beri arkadaştık. İmam Hatip Lisesi yıllarımızda yaz tatillerinde İslamiyet hakkındaki bilgilerimizi geliştirirdik. Çok sosyaldi. İnsanlar onun etrafında toplanırdı. Herkes sohbetini çok severdi. Daha lise yıllarında iken esnaflık hayatına atıldı. Buradaki üniversitelere gitmek istemedi. En büyük tutkusu Mısır’daki El-Ezher* üniversitesine girip İslami ilimleri öğrenmekti. Beraber gittik El-Ezher’e. Sonra 28 Şubat’ta Hikmet Çetin döneminde El Ezher’le denklik anlaşması iptal edilince okulu yarım bırakıp geri dönmek zorunda kaldık. Ali Haydar, imamlık sınavına girdi ve Diyarbakır üçüncüsü oldu. Daha sonra Mısır’a geri dönüp yarım bıraktığı öğrenimini tamamladı. Öğrenmeyi ve öğretmeyi çok severdi. Bilgisini kendisine saklamazdı. El Ezher’de (9.yy’ın ikinci yarısında Kahire’de kurulan İslam dünyasının en eski ilahiyat üniversitesi) öğrendiklerini hepimizle paylaştı.

Barış Oktay: Ben İstanbul’da okuyorum. Ali Haydar Abi ile gemide de beraberdik. Yola çıkmadan on gün önce İstanbul’a geldi. Her gece sabah namazına kadar Müslümanların sorunları, Filistin’in durumu, Kur’an ve hadisler üzerine muhabbet ediyorduk. Filistin davasından öte Kur’an ve sünnet eğitimi verirdi. Gündüzleri vakıfları gezip ‘neler yapabiliriz’ diye danışıyordu. Sabahları kalktığında elli-yetmiş sayfa Kur’an okumadan evden çıkmıyordu. Tevhid, Kur’an, sünnet ile ilgili kitaplar alıyordu…

Gemideki her anı dolu dolu geçti. Sadece Müslümanlarla diyalog kurmuyordu, yabancılarla da sürekli diyalog içindeydi. Arapların konuşmalarını tercüme ediyordu. Bana İngilizce öğrenmemi tembihledi, “Biz öğrenmemekle hata ettik.” dedi.

O daha yaşarken Allah’a teslim olmuş bir insandı, gemide de canını teslim etti. O sabah, namazını çatıda kıldı. “Onlar beni öldürmeden gemiye çıkamazlar. Ben şehid olacağım ve Diyarbakır gerçek şehid nasıl olur görecek. İslam laylomla yürümez, iyiliğin güzelliğin yayılması için seferberlik ister.” dedi… İsrailliler saldırdığı anda da kendini öne atmış. Helikopterden ip atılınca o ipi tutmuş. Sonra, iki üç İsrailli askeri tutup bir kenara atmış… Ve vurulmuş…

Recep İdikut: Yirmi beş yıllık arkadaşım ve hocamdı. Bana Arapça dersi vermişti. Gemide de beraberdik. 2005 yılında AYDER’i kurduk. Yolculuk boyunca, hep “Allah bizimle beraberdir. Bütün vakit namazlarını cemaatle kılalım. Her gece mutlaka gece namazı kılalım.” diyordu. Öyle de yaptık. Son gün ise bana “Birbirimize söz verelim. Hangimiz şehid olursa diğeri onun selamını Diyarbakır’a ulaştıracak.” dedi. Gemide bir televizyon kanalına demeç verecektim. Onunla fikir alışverişinde bulunduk. Bana, Selahaddin Eyyubi’nin torunlarının bu işe canı gönülden sarılacağını, Gazze’nin kurtuluşunun belki de onlarla olacağını vurgulamamı söyledi. O gece vedalaştık. “Belki bir daha görüşemeyiz.” dedi.

Aziz B: Umre dönüşü, orada şehit olmak için dua ettiğini anlattı…

Sabır Ceyhan: Yirmi yıllık arkadaşımdı. İmam Hatip Lisesinde okuyorduk ve benden iki yaş büyüktü. Çok geceler beraber sabahladık, derslerinden çok yararlandım. O ancak, sahabe döneminde gördüğümüz ve kitaplarda okuduğumuz hem sufi hem zahit hem abid hem de mücahit biriydi. Gece namazlarını kılar, haftalık oruçlarını tutar, her gün Kur’an okurdu. Allah için çalışırsak Allah’ın dünyamızı da imar edeceğini, bunu hayatında yaşayarak gördüğünü söylerdi…

Ferzende Lale (Ay-Der Bşk.Yrd.): Ali Haydar, yirmi yıllık arkadaşım. Sürekli beraberdik. Her gittiği ortamda yeni öğrendiği şeyleri insanlara aktarmak isterdi. Çok farklı bir insandı. Son bir yıldır çok farklıydı. Kendini iyice hayır işlerine adadı, ticareti boşverdi. Ben bilgi almışım bunları öğretmek zorundayım, derdi. Sohbetlerinde Kur’an ve Sünneti doğru anlama ve uygulama noktasına sürekli vurgu yapar, Sünnetin tahrif edilmesinin önüne geçmeye çalışırdı. Sivil toplum kuruluşlarının birlik içerisinde çalışmasını çok önemser ve bu amaçla sık sık çeşitli kuruluşlarla bir araya gelirdi. En sonunda yirmi-otuz bin kişinin katıldığı cenaze töreniyle de Diyarkbakır’daki otuz-kırk Müslüman derneğini bir araya getirmiş oldu.

Cenaze töreninde Hamas ve Hizbullah sloganları atılmasına ne diyorsunuz?

Bunu yapmamaları için derneklere haber gönderdik, ama bu kadar kalabalık olunca kontrol edemiyorsunuz.

Ömer Aytaş: Bundan yirmi yıl önce sohbetlerimize katılan bir gence fotoğraflarla Siyonistlerin yaptıkların zulümleri fotoğraflar göstererek anlatması geldi aklıma. Aradan yirmi yıl geçtikten sonra kendisi Yahudiler tarafından şehit edildi. O gün fotoğraflarla anlattığı zulmü bugün kanıyla anlatıyor.

“Yahudiler” derken bütün Yahudileri aynı kefeye koymuyorsunuz herhalde?

Olur mu hiç öyle şey… Hiçbir zaman bütün Yahudileri aynı kefeye koymayız.

Barış Oktay: Gemide İsrail’in zulmüne karşı koymak için bizimle gelen Yahudiler de olduğunu unutmayalım. Birçok Yahudi İsrail’in yaptığı insanlık dışı uygulamalara karşı…

Abdüllaziz Bengi: Olay sonrası yapılan gösterilerde de bu zulmü protesto eden Yahudiler ön saflarda yer aldılar.

Dernekten çıktıktan sonra, Ali Haydar Bengi’nin küçük işyerinin önünden geçiyoruz. Kardeşi, Arpaça çevirmenliği yapan ağabeyinin çok yetenekli olduğunu, telefon tamirini iki üç ayda öğrendiğini ve on bir yıldır da bu işi yaptığını anlatarak “Dürüstlüğü ve sözüne bağlı oluşu ile tanınırdı. Durumu bozuk olan müşteriden para almazdı.” diyor.

Bir aile dostlarının evinde Ali Haydar Bengi’nin eşi Saniye Hanımı beklerken ev sahibimiz yıllardır arkadaş olduğu Ali Haydar’ın ne kadar yardımsever ve iyi niyetli bir insan olduğunu anlatıyor:

“Herkese yardım etmek isterdi. Herkesi iyi niyetli karşılardı. Haksızlığa tahammül edemezdi. Onu düşündükçe yaptığı iyilikleri hatırlıyorum. Çok özveriliydi.”

Bir süre sonra acılı eş ve küçük kızları Sena Nur ve oğulları Muhammed ile bir araya geliyoruz. Küçük Muhammed elinde ışıklar saçan bir tabanca ile kendi dünyasında koşturup duruyor etrafımızda. Saniye Hanım, “Babasının öldüğünü daha algılayamadı. Daha geçen gün ‘Okula beni babam yazdırsın.” diye tutturdu.” diyor ve devam ediyor sözlerine:

“Eşim, hiç kızmazdı. Sürekli çalışır ve okurdu. Son üç ayda çok yoğundu. Bir tek kötü hareketi yoktu. Bir gün olsun kalbimi kırmadı. Keşke kötü davransaydı da ölmeseydi. Çocuklarına da çok düşkündü. İbadetlerini hiç aksatmazdı. Gece namazına kalkabilmek için az uyurdu. Sürekli hizmetle uğraştığı için bazen ona sitem ederdim. ‘Bizi ihmal ediyorsun.’ derdim. O da bana ‘Evet, haklısın. Sizi ihmal ediyorum ama unutma ki Allah size de mükâfatını verecek.’ derdi. Geçen sene bana ‘Sen hak ediyorsun, senden memnunum. Umreye götüreceğim.’ dedi ve götürdü.”

Giderken…

Sena Nur Bengi: Babam o gün eşyalarını toplamıştı. Uyanınca boynuna sarıldım. Muhammed de “Baba gitme,” dedi, o da korkmuştu.

Saniye Bengi: Muhammed “Niye gidiyorsun baba?” diye ağladığında “Ağlama oğlum, Gazze’deki çocuklar da senin gibi şeker yiyebilsin diye gidiyorum.” dedi. Antalya’da iken telefon etti. Bir kız görmüş, Sena Nur’a benzetmiş. “Onu gördüm seni görmüş gibi oldum, hemen aradım.” dedi.

Şehit olmayı istiyor muydu?

Saniye Bengi: Kim istemez ki şehit olmayı. Ama herkese nasip olmaz, onu ancak Allah bilir. Onlar savaşa gitmediler. Allah rızası için yardım götürdüler. Beyim, evini, evlatlarını, işini bırakıp yardıma gitti. Eceli gelmiş demek ki… Bir trafik kazasında da ölebilirdi ama o Allah yolunda ölmeyi seçti.

Sena Nur Bengi: Ben teyzemde kalıyordum. Babama bir şey olacak diye çok korkuyordum. Rüyamda görmüştüm babamı, telefon ediyordu bana, o zaman anladım şehit olacağını. Beş kere gördüm rüyamda. Bir defasında eve gelmişti kitaplarına bakıyordu, annemle konuşuyordu. Belki ruhu gelmişti. Demek ki cennete gitmiş…

O sabah kalktığımda dediler ki, “İsrailliler saldırmış!”, çok korktum. Okuldan geldiğimde ablam ağlıyordu, anneanneme gittim baktım orada da herkes ağlıyor. O zaman babamın şehit olduğunu anladım, ben de ağladım. Çok özlüyorum babamı. Onu yanımda istiyorum. Benim babam gençliğinden beri karateciydi. En çok konuşmasını özlüyorum. Ona sarılmak istiyorum…

İnşallah ben de büyüyünce doktor olacağım ve Gazze’deki çocuklara bakacağım. Benim bir teyzem var babamı çok seviyor; yeni doğum yaptı çocuğun adını Ali Haydar koydu. Bebek uyurken şehadet parmağını çıkararak uyuyor.

Abdulaziz Bengi: İçine doğmuştu. Umre’de iken dua etmiş şehit olmak için. O bize her zaman hakkı tavsiye eder, her zaman doğruyu gösterirdi. Keşke, o değil de biz gitseydik. Çünkü onun yaptığı hizmeti hiçbirimiz yapamayız. Acımız çok büyük ama Allah bize onun şehadetiyle öyle bir sabır ve teselli verdi ki annem babam ve bütün aile metanetle Allah’a sığındık.

Ali Haydar Bengi’nin anne ve babasının da tek tesellileri, oğullarının şehit olması. Babası Mustafa Bey, “Ben oğlumu Allah için şehid verdim. Oğlum gitti. Onun yokluğu yüreğimi yakıyor, ama o Allah için şehid oldu.” derken gözü yaşlı anne Cemile Hanım da “Oğlumu şehid ettiler. Allah ona bu mükâfatı verdi… Beni göndersinler, ben de göğsüme bomba bağlar, o kâfirlerle savaşırım. Benim oğlum cennete gitti, onlarsa cehenneme gidecek. Ali Haydar bir gün olsun beni kırmadı. Ömrü Kur’an okumakla geçti. Allah İsrail’i helak etsin…” diyordu.

30 Temmuz 2010

Ali Haydar Bengi’nin Otopsi Raporu:

  1. Göğsün sol tarafında 1 adet mermi girişi tespit edilmiştir. Buradan giren mermi bağırsakları, karaciğeri parçalayarak sağ arka omuzdan çıkmıştır.
  2. Karnın sol üst tarafında 1 adet mermi girişi tespit edilmiştir. Buradan giren mermi bağırsakları parçalayarak karın boşluğunda kalmıştır.
  3. Sağ uyluk üst dış yanında 1 adet mermi giriş yarası tespit edilmiştir. Buradan giren mermi sağ uyluk üst dış yanından çıkmıştır.
  4. Sağ kol orta dış yanında 1 adet mermi giriş yarası tespit edilmiştir. Buradan giren mermi kol kemiğini parçalayarak tekrar çıkmıştır.
  5. Sol elin üstünde bir adet mermi giriş yarası tespit edilmiştir. Bu mermi elini parçalayarak tekrar çıkmıştır.
  6. Sol elin dış üstünde 1 adet mermi giriş yarası tespit edilmiştir. Buradan giren mermi elin içinden tekrar çıkmıştır.
  7. Sol el içerisinde 1 adet mermi çıkış yarası tespit edilmiştir.
  8. Sol el içerisinde 4. parmak hizasında mermi çıkış yarası tespit edilmiştir.
  9. Sağ kol alt dış yanında 1 adet mermi çıkış yarası tespit edilmiştir.
  10. Sağ arka omuzda 1 adet mermi çıkış yarası tespit edilmiştir.
  11. Sağ uyluk üst dış yanında 1 adet mermi çıkışı tespit edilmiştir.
  12. Vücudunda 6 adet mermi girişi tespit edilmiş, bunlardan 1 tanesi vücudunda kalmıştır. Göğsün solundan giren mermi ile karın boşluğuna giren merminin öldürücü nitelikte olduğu tespit edilmiştir.
  13. Kişinin ölümü ateşli silah mermi çekirdeği yaralanmasına bağlı kol kırığı kaburga kırığı ve iç organ yaralanması nedeniyle gerçekleşmiştir.

Bir yıl sonra…

Abdüllaziz Bengi: Olay olduktan hemen sonra, şehit yakını olarak suç duyurusunda bulunduk ama üzerinden bir sene geçmesine rağmen dava hâlâ açılmadı. Bu da Türkiye’nin bu davayı açacak güçte olmadığı izlenimi doğuruyor. Benim, bu işin hesabını soracaklarına dair umudum giderek kayboluyor artık…

İki yıl sonra…

Abdüllaziz Bengi: Söylenecek her şeyi söyledik zaten. İkinci yıldönümünden sonra Mavi Marmara mağdurları ve şehit aileleri olarak hepimiz bulunduğumuz şehirlerin savcılıklarına İsrail hakkında suç duyurusunda bulunup dava açacağız.

 

0 Yorum ↓

Yorum Yok

Yorum Yazın