Bölüm

Sol bakış- 80’lerin Filistin eylemcisi: Gülderen Sonsuz Başer

 

“Filistin halkı, ‘Bize Türkiye’nin dincileri sahip çıkıyor.’
şeklinde düşünmüyor.
‘İnsanlar duyarlı, bu dünyada yalnız değiliz.’ diyorlar.
İlk kez sesleri bu kadar gür çıktı.”
Gülderen Sonsuz Başer

15 Ağustos 2010 – İstanbul

İsveç’te yaşayan, Avrupa’daki mülteci kadınların öykülerini anlatan “Buzdan Hayaller” kitabının yazarı, yirmi yıllık dostum Gülderen Sonsuz Başer, 1984 yılında bir yıla yakın bir süre Filistin Halk Kurtuluş Cephesinin Lübnan’daki kamplarında kalmıştı. Filistin mücadelesini ve Filistinlilerin yaşadıklarını ilk kez ondan dinlemiştim.

Onun Mavi Marmara olayı hakkındaki düşüncelerini de çok merak ediyordum. Şansa bakın ki tam da o günlerde İstanbul’a geldi Gülderen. Böylelikle, Filistin davası ile ilgisini hiç kesmediğini ve olayları değerlendirirken günü birlik politikaların esiri olmadan özgürce düşündüğünü bildiğim arkadaşım ile Filistinli çocukların attığı ilk taşlardan solcuların Mavi Marmara konusundaki tepkilerine kadar uzun uzun sohbet etme fırsatını yakaladım. İşte o sohbetten kayda geçenler:

Buradaki yardım gönüllülerine sorulan soruyu ben de sana sorayım, neden gittin Filistin’e?
Hem Filistin meselesi çok sıcaktı o dönemlerde hem de sol kesim için Filistin meselesi en can yakan konulardan biriydi. Bizler, Filistin’in işgal edildiği, insanlarının eziyet çektiği haberleriyle büyüdük.

Özellikle Sabra Şatilla katliamından çok etkilenmiştim ve mutlaka oraya gidip bir şeyler yapmayı kafaya koymuştum. Bir gün, televizyon haberlerinde, kucağında küçük bir çocuk olan yaşlı bir kadını, “Bizim başımıza gelenlerden ötürü bütün dünya suçludur!” diye haykırırken izledim.

Gerçekten de herkesin gözü önünde öldürülüyorlardı ve dünya elini kolunu bağlamış, hiç tepki göstermeden duruyor, “Canınız cehenneme!” diyordu o insanlara…

Bu tablo ve o kadının haykırışı beni o kadar etkiledi ki o gün Filistin’e gidip Filistin Halk Kurtuluş Cephesi’ne katılmaya karar verdim… Ve gittim…

Nerede kaldın?

Beyrut’a on beş kilometre uzak bir dağda kaldım.

Ortam nasıldı?

O sıralarda Suriye işgali vardı. İsrailliler gelip bombalıyorlardı; nokta atışları yapıyorlardı. Katliamlar olmuştu. Sivil halk iki ateş arasında yaşıyordu. Sürekli çatışma vardı. İsrail göz açtırmıyordu. Düğün oluyor düğünü bombalıyor, cenaze oluyor cenazeyi bombalıyor… Örgütler de buna karşı ortak intihar eylemleri yapıyorlardı. Bu doğru muydu yanlış mıydı ayrı bir olay.

Sivillere karşı yapılıyor muydu intihar eylemleri?

Hayır, sınırda gezen İsrail askerlerine yapılıyordu. O zamanlar sivil halk hedef değildi. Bütün intihar eylemleri askeri hedeflere yönelikti… Sınırdan içeri de giremiyorlardı zaten.

Kimler vardı kampta?

Lübnanlı Hizbullah da vardı Komünist partisi de vardı Demokratik Halk Cephesi de… Ortak iş yapılıyordu. Zaten kimin nereden geldiğini de çok fazla bilemiyorsun. Herkes takma isimle geziyor. Hiç kimse açık kimlik kullanmıyor.

Hamas’ın ortaya çıkışı ve güçlenmesi nasıl oldu?

Hamas durduk yerde güçlenmedi. Batı’nın ve Amerika’nın Müslümanlığa bakış açısı etkili oldu bunda. İnsanlar, “Bu zulüm bize Müslüman olduğumuz için yaşatılıyor ve dünya da bu yüzden bize sahip çıkmıyor.” düşüncesindeydi…

Halk Hamas’la beraber Filistin’in içine girdi. Taban o davayı sahiplendi. Hükümet kurdular. Bu çok büyük bir atılımdı. Yaser Arafat Kudüs’e ancak Hamas ortaya çıktıktan sonra gidebildi.

Sınırda gezen İsrail askerlerinin yüzüne bakamayan neslin çocukları, o askerlere taş attılar. Ondan önce evler basılıyor, insanlar götürülüyor, hapse atılıyor, öldürülüyor hiç kimsenin hiçbir şeyden haberi olmuyordu. Ama o küçük çocuklar, askerin yüzüne bakmayı öğrendi. İsrail o çocuklardan sonra “Ben bunlarla nasıl baş edeceğim?” demeye başladı.

Çocukların silahlı askerlere taş atması doğru bir şey mi!?

Çocuğun hiçbir geleceği yok. Babası evde işsiz… Bu çocuktan başka ne beklersin. Bütün bunlar yetmiyormuş gibi bir de İsrail geliyor, biraz büyüyen on dört- on beş yaşında olan çocukları toplayıp götürüyor… Başka çıkış yolları yok ki…

İyi de çocukların canını tehlikeye atıp asker taşlamak mıdır çıkış yolu?

Onlar orada kendi güçlerini gösteriyorlar. Çocuk, o taşı atarken karşılığında kurşun yiyip öleceğini de biliyor; ama “Bu koşullarda her gün ölüyorum zaten.” diyor…

Ana babalar nasıl izin veriyor bu duruma?

Anne baba o çocukları kontrol edecek durumda değil ki. Okula gönderiyor, çocuk okuldan çıkıp taşlıyor. Hiç kimse çocuğunun ölmesini istemez, ama zaten anne baba da her gün ölüyor orada. Tepelerinde İsrail askeri, yokluk içinde yaşıyorlar. On çocuğundan birini Ürdün’e ya da Lübnan’a gönderebiliyorsa ne mutlu.

D.Y: Tamam, çok haklı bir dava ama yine de bu taş atma eylemlerinde çocukların kullanılması çok yanlış geliyor bana…

O çocukların taş atması büyüklerin planı değildi. Hiç kimse böyle bir şey beklemiyordu. Örgütler ve Hamas da şaştı kaldı orada. İntifada çocukların taş atmasıyla başladı. Her şey tıkanmıştı; o intifadan sonra açılım oldu. Koca koca adamların, “Kudüs’e girmenin bu kadar basit olduğunu bilseydik bunu kırk yıl önce yapardık.” dediğini duyduk. Yani, çocukların taş atma eylemleri Filistin meselesinde bir dönüm noktası yarattı. Yoksa askeri ve politik olarak bitmişlerdi. Cezayir’e sürgüne gönderiliyorlardı. Yaser Arafat gemiye bindi gitti. İçerideki halk dışarıdan bir şey gelmeyeceğini anlayarak, isyanı başlattı.Hayat dayattı bunu.

D.Y: Çocukların askere, polise taş atmasının kendiliğinden olabileceğini hiç düşünmemiştim doğrusu. Örgütlerin yönlendirmesi olduğunu düşünüyordum.

Filistin’deki kendiliğinden bir hareketti. Ama daha sonra PKK ve diğer örgütler bunu kullandı.

D.Y: Gelelim, Mavi Marmara yolcularına yapılan “Filistin’de ne işleri var?” eleştirisine…

Olaya tamamen siyâsî gözlüklerle bakılıyor. Partizanlık yapılıyor. İçeriğe, problem çözmeye, insani yönden yaklaşmaya dair bir çaba yok. Parti ve örgüt çerçevesinde düşünmeye alışmış insanlarda sağduyu kalmıyor.

Oysaki herkes aynı şeye tepki gösterecek diye bir şey yok. O, orada kendisini bulmuş. Bunda yanlış olan ne?… Ortada bir zulüm var ve bu insanlar da ona tepki gösteriyorlar.

Filistin halkı, “Bize Türkiye’nin dincileri sahip çıkıyor.” şeklinde düşünmüyor. “İnsanlar duyarlı, bu dünyada yalnız değiliz.” diyorlar. İlk kez sesleri bu kadar gür çıktı. Bundan daha güzel bir şey olabilir mi? Kaldı ki her görüşten insan vardı o gemide. Türkiye sağıyla, soluyla Filistin meselesinde hep duyarlı olmuştur. Ülkücüler de gitmiştir, solcular da gitmiştir… Dinciler de…

Türkiye’deki solcuların Filistin meselesine olan ilgisinin kaybolmasına ne diyorsun?

Seksenli yıllar öncesi Solcuların tavrı tamamen enternasyonaldi. Filistin meselesi, İspanyol iç savaşından sonra bütün dünyanın solcularının birleştiği ilk davadır. Ana motif, ezilenin yanında olmaktı. Türkiye’de doğru dürüst bir sol hareket olmadığı için bu konu gündemden kalktı.

Birçok solcudan, Gazze’de yönetimin Hamas’ın, yaygın deyişle “dincilerin” elinde olmasının kendilerini Filistin davasından soğuttuğunu duydum… Sen ne diyorsun bu duruma?

O kendi iç meseleleri. Tutup da Hamas olduğu için o insanların ezilmesini, bombalanmasını mazur mu göreceğiz yani? Olabilir mi diyeceğiz? Onlar için ikinci bir insanlık kuralı mı geçerli? İnsan hakları diye bir şey var. Filistinliler ağır günler geçiriyor. Halk, sağcısıyla solcusuyla beraber götürüyor bu mücadeleyi.

Ayrıca, Filistin Halk Kurtuluş Cephesi, Demokratik Cephe ve Hamas aynı parlamentonun çatısı altındalar… Hamas’tan dolayı yardım etmiyoruz, derken asıl söylenen şu bence: “İnsan hakları belli kesimler içindir, dinci olunca geçersizdir. İsrail canlarına okusun, biz de onlardan kurtulalım…”… Olmaz böyle şey!

Bu anlayışın özünde ne var sence?

Türkiye’de insan hakları ve demokrasi tam olarak anlaşılmıyor; asıl problem bu. Adamlar problemi çözmek için adım atıyorlar, ama bizimkiler diyor ki: “Filistin meselesini AKP taraftarları halledemez. Biz yaparız.” E, biz ne zaman yaparız? “Devrim yaparız, ondan sonra.”… İyi de insanlar bugün eziyet görüyorlar. Bunun adı solculuk mu? Problemler senin keyfini bekler mi?

D.Y: Ayrıca AKP taraftarı oldukları da nereden belli değil mi ama? Her başörtülünün ya da sakallının AKP’li olması gerekiyor sanki… Her neyse, sonuç olarak Mavi Marmara başarılı ve doğru bir eylemdi diyebilir miyiz?

Dünyada bu tür bir deney olmadı daha önce. İnsanlar kendi iyi niyetleriyle, sorunu çözme inancıyla yola çıktılar. Tüm dünyaya bazı sorunların bu şekilde çözülebileceğini, bir şeylerin değişebileceğini gösterdiler. Filistinliler ve dünya, Mavi Marmara olayından çok büyük kazanımlar elde etti. En önemlisi de İsrail’in gerçek yüzü ortaya çıktı. Mesela İsveç, Türkiye’den sonra en sert tepkiyi gösteren ülkelerden biri; İsveçli liman işçileri İsrail mallarına ambargo koydu…

Üniversiteli öğrenciler bozdu ama bu eylemi?

E, tabii İsveç’te de İsrail lobisinin etkisi var…

İsveç kamuoyunun ve medyasının tepkisi nasıldı?

İsveç medyası ve halkı, sağcısıyla solcusuyla tepki gösterdi bu olaya. İşyerlerinde hep bu konu konuşuldu. Türkiye’den daha birlik içindeydiler. Diğer tepkiler azınlıktaydı. Gemidekiler için “İsrail’i provoke ettiler.” türü sözler söylenmedi. Televizyondaki tartışma programlarda hep İsrail’in BM yasalarına aykırı davrandığı konuşuldu.

Free Gazza eylemi başladığındaki izlenimlerin nelerdi? Böyle bir sonuç bekliyor muydun?

Gemilerin yola çıkışını İsveç medyasından takip ettim. Basında oldukça geniş yer verildi. İsrail’in ne yapabileceğini az çok biliyordum. Ama bu kadarına cesaret edeceklerini sanmıyordum. Çünkü yola uluslararası bir organizasyonla ve kamuoyu oluşturularak çıkılıyordu. “En fazla tutuklarlar.” diyordum. Öldürebileceklerini hiç düşünmedim. “Demek bunu da yapabilirmiş.” diye düşünmek lazım bundan sonra.

Bu eylem senin için ne ifade ediyor?

Bence çok yüce bir eylem… Muhtaç insanlara ilaç, yiyecek, giysi, moral destek götürmek ve o insanlara “Biz sizin arkanızdayız.” demek… Çok yüce bir davranış. Çok güzel bir duygu… Hele hele, ambargoyu delmek; Filistin sorununu çözmek için İsrail’i zorlamak…

Bu, silahla yapılan eylemlerin çok çok üstünde bir şey. Öteki türlü “Asker askeri öldürür.” diyorsun; ama bu tamamen farklı bir olay.

Düşünsene, İsveç’ten komünist bir adam, Yunanistan’dan bir anarşist, Türkiye’den bir İslamcı bir araya geliyorlar ve “İnsanlık adına bir mesajımız var, biz bunu çözeceğiz.” diyorlar. Bu kadar güzel bir şey olamaz…

Mavi Marmara’dakiler direnmeseydiler, yere yatıp teslim olsaydılar, öldürülmeyebilir miydiler sence?

İsrail askerinin o gemiye kesinlikle öldürmek için indiğine inanıyorum. Belli ki gemidekiler de ilk andan itibaren fark etmişler bunu. Gemiye iniş biçimleri zaten tam bir savaş girişimiydi. Karşısındaki insanlar sivil. Belli ki öldürmeye geliyor. Onlar da kendilerini savunmak zorunda. “Zaten öleceğim, en azından bir sopa vurayım.” psikolojisi bu…

Ayrıca, İsrail baskınları tam bir öldürme amacıyla yapılır. Esir alma niyeti falan olmaz…

D.Y: Mavi Marmara yola çıkarken -ve özellikle de geri döndüğünde-, cihad ve şehitlik söylemlerinin yapılması çok eleştirildi burada… İnsan hakları ihlaline karşı yiğit bir karşı duruş var ortada. Adına ister cihat desinler, ister enternasyonalizm, hiç fark etmez. İlle de altında bir şey aramaya gerek yok. Batı’nın çifte standardı bu.

D.Y: Mavi Marmara’da hayatını kaybeden dokuz kişi için ‘”Boşu boşuna öldüler.” diyenler de var…

Hiç kimse boşu boşuna ölmedi. Her milletten her dinden her görüşten insan bir araya gelip tek bir sorunda anlaşmışlar ve eylemlerinde başarılı olmuşlar… Bu az şey midir? En azından Filistin halkı şunu dedi: “Ben yalnız değilim bu dünyada. Benim arkamda da birileri var.” Çünkü o kadar umutsuz bir tablo var ki ortada. Hiç kimse hiçbir şeyi çözemiyor. Ne uluslararası destek, ne de büyük devletlerin yardımıyla çözülüyor sorun. Ama hiç hesaba katmadığın üç-beş kişi bir araya gelip sorunu çözmeye gidiyor ve büyük devletlerin yıllardır başaramadığı bir işi başarıyor…

Aslında, küçük insanlar sorunları çok daha güzel çözüyorlar. Çünkü çok daha güzel bakıyorlar meselelere ve çok daha sağduyulular.

Hamas’ın seçimleri kazanmasının akabinde Gazze’de uygulanmaya başlanan kısıtlamalar (BM Raporu)

Madde 29. 2000’de İkinci İntifada’nın başlamasından bu yana, gittikçe artan kısıtlamalarla Gazze balıkçılarının denize ulaşmaları engellenmektedir. BM bünyesindeki OCHA’ya göre, 2008’de gerçekleşen “Dökme Kurşun” saldırısının hemen öncesinde bu kısıtlamalar daha da genişletilmiştir.

Gazze sahili boyunca denizin 3 mil açığından itibaren yasak bölge başlamaktadır. OCHA’nın bildirdiğine göre Filistinlilerin normalde denizcilik faaliyetleri yürütme hakkına sahip oldukları deniz sahasının %85’ine erişimleri engellenmektedir.

Kısıtlama uygulanan bölgeye giren Filistinli balıkçılar İsrail donanma kuvvetlerinin açtığı uyarı ateşlerine maruz kalmakta ve bazı durumlarda da bu ateşe doğrudan hedef olmaktadırlar. İsrail askerlerinin balıkçı teknelerine yaptığı müdahaleler sonrasında balıkçı teknelerine çoğunlukla el konulmaktadır.

Madde 30. İsrail, Şubat 2006’da yapılan Filistin seçimlerinde, Hamas’ın Gazze’de büyük bir başarı kazanmasının ertesinde, Gazze’ye bir dizi siyâsî ve ekonomik yaptırım uygulamaya başlamıştır.

Yaptırımlar arasında, bağış yapan ülkelerdeki finans kaynaklarının kurutulması da bulunuyordu. Gazze yönetiminin Haziran 2007’den itibaren Hamas’ın eline geçsiyle yaptırımlar daha da sertleştirilmiş ve İsrail bir ambargo başlatmıştır.

Eylül 2007’de, İsrail, Gazze’yi “düşman bölge” ilan etmiş ve “İsrail devletinin devam eden teröre karşı yürüttüğü operasyonun bir parçası olarak” ve Hamas yönetimi üzerinde baskı oluşturmak maksadıyla Gazze’ye mal ve eşya giriş çıkışının sınırlamalara tabii tutulacağını bildirmiştir.

Ekim 2007’den itibaren bölgeye yakıt nakliyesine daha da katı sınırlamalar getirilmiştir.

Madde 31. İsrail Yüksek Mahkemesi’ne yapılan bir dava başvurusunda, İsrail hükümetinin elektrik ve yakıt tedarikinin kısıtlanması yolundaki kararının, İsrail’in sivillerin haklarının korunmasını va’zeden Dördüncü Cenevre Sözleşmesi hükümlerini ihlal ettiği gerekçesiyle yasal olmadığı iddia edilmiştir.

Hükümet Hukuk Dairesi cevabında, başka noktalara ilaveten, doğrudan ekonomiye müdahale ederek zarar vermenin savaş hallerinde geçerli yasal bir hareket olduğunu ve hatta insani yardım malzemelerinin geçişine karar verirken bile bu hususun dikkate alınmasının münasip olduğunu belirtmiştir.

0 Yorum ↓

Yorum Yok

Yorum Yazın