Bölüm

Son liman özgürlük olacak: Bülent Yıldırım

“Baskın sırasında bütün dünyaya S.O.S gönderdik:
İSRAİL BİZE SALDIRACAK!
ULUSLARASI GÜÇLER DEVREYE GİRSİN!
Bülent Yıldırım

30 Eylül 2010- İstanbul

Bülent Yıldırım (İHH Başkanı): Bu çalışmaya, Free Gazze organizasyonu ile birlikte, Dökme Kurşun operasyonundan önce başladık aslında. (27 Aralık 2008 tarihinde başlayan Dökme Kurşun operasyonunda Gazze halkının üzerine tonlarca bomba yağdırıldı. Kullanılması yasak silah ve bombalar masum Filistin halkı üzerinde denendi. D.Y)

Hatta sloganımız da “Son liman özgürlük olacak!” idi.

Türkiye’deki sağ, sol, liberal, laik; herkesi bu oluşumun içine davet edecektik.

Fakat İsrail Gazze’ye saldırdı ve bu oluşum ertelendi.

Saldırılardan sonra İsrailli yetkililer, Gazze’ye insani yardım malzemesinin geçişine izin vereceklerini açıkladılar. Bunun üzerine, 2009 yılının Ocak ayında, Gazze’ye kara ve deniz yolundan yardım götürmek için İsrailli makamlara birkaç kez başvurduk ama hiçbir cevap alamadık.

Gazze’deki durumun daha da kötüleşmesi üzerine, bu hukuksuz ambargonun kaldırılması için uluslararası katılımlı “Filistin’e yol açık!” adlı bir kara konvoyu düzenledik.

Yüzlerce aracın katılımıyla gerçekleştirdiğimiz bu organizasyon sırasında, deniz yoluyla yapacağımız yardımın haberini verdik ve dedik ki:

“Bundan sonra gemilerle gideceğiz. Fakat bunu İHH olarak tek başımıza yapmayacağız, dünyadaki çeşitli kuruluşlarla yapacağız.”

Hedefimiz, Gazze’ye yönelik ablukanın bu kez deniz yoluyla delinmesiydi.

Free Gaza Movement ve Mayıs 2010 Gazze Filosu’nun amaçları (BM Raporu

Madde 76. Kıbrıs’ta kayıtlı bir vakıf olan Free Gaza Movement bir insan hakları örgütüdür ve bu organizasyon Ağustos-Aralık 2008 döneminde bir veya iki küçük tekneyle giriştiği Gazze’ye denizden ulaşma teşebbüslerinde beş defa başarılı olmuştur.

Bu seferlerin amacının Gazze ablukasını kırmak olduğu belirtilmiştir. Organizatörler her ne kadar İsrail yetkililerinden bazı tehdit mesajları almışlarsa da İsrail yetkilileri o zaman bu teknelere müdahale etmemiştir.

Free Gaza Movement’ın Aralık 2008’de giriştiği altıncı seferde İsrail donanmasına mensup bir gemi tekneye kasten çarpıp bindirerek ağır hasar vermiş ve tekne rotasını Lübnan’a çevirmeye zorlanmıştır. Ocak 2009’da yapılması planlanan yedinci sefer, İsrail donanmasının yine tekneye çarpacağı korkusuyla durdurulmuştur.

Madde 77. İsrail donanması Free Gaza Movement’ın sahibi olduğu ve Gazze’ye insani yardım taşıyan Spirit of Humanity adlı gemiyi, 29 Haziran 2009 günü içindeki 21 yolcuyla beraber Gazze’nin takriben 20 mil açıklarında durdurmuştur. İsraillilerin geri dönülmesi yolundaki talepleri reddedilince askerler gemiye çıkmış ve Spirit of Humanity Aşdod Limanı’na çekilerek yolcular alıkonulmuş ve tutuklanmışlardı.

Madde 78. Free Gaza Movement, bu başarısız teşebbüsler sonrasında yeni seferlerinde gemi sayısını arttırabilmek için başka organizasyonlarla iş birliği arayışına girmiştir.

Hareketin temasa geçtiği organizasyonlar arasında, BM bünyesindeki Ekonomik ve Sosyal Konsey nezdinde danışman statüsü bulunan İnsan Hak ve Hürriyetleri Vakfı (İHH) adlı Türk insani yardım kuruluşu da bulunmaktadır.

Gazze de dâhil olmak üzere 120’den fazla ülke ve bölgede faaliyetler gerçekleştiren ve zaten kendi Gazze seferini planlamakta olan İHH, filoya iki kargo gemisi ve yeni aldıkları 600’den fazla kapasitesi olan yolcu gemisiyle katılma taahhüdünde bulunmuştur.

Aralarında Ship to Gaza (İsveç), Ship to Gaza (Yunanistan) ve European Campaign to Break the Siege on Gaza’nın bulunduğu bir dizi başka organizasyon da bundan sonra bilinecek adıyla “Gazze Özgürlük Filosu” na katılmaya karar vermiştir.

Katılımlar için duyuru nasıl yapıldı?

Basın üzerinden duyuru yaptık. Başvurular için İnternet adresimizi verdik. Sonra da seçim yaptık. Ayrıca, bütün siyâsî partilere de gittik. Mesela CHP’den Gürsel Tekin katılacaktı. Ama maalesef katılamadı.

Diğer partilerden de milletvekilleri gelmeyince Ak Parti’den gelecek olan milletvekillerine de biz çok sıcak bakmadık. Çünkü olayın bütün partilere ve topluma mal olmasını istiyorduk.

Gemide, MHP’li de vardı, BBP’li de vardı, Saadet Partili de vardı, Ak Partili de vardı. Hepsi vardı.

Sol cenahtan katılacak olanlar son anda katılamadı. Ama duyarlılık açısından onlar da en az diğerleri kadar destek verdiler bize.

Mesela, Grup Yorum desteğini her zaman açıkladı, konserleri olmasaydı onlar da geleceklerdi bizimle

BM Raporu / Madde 84. Filoya iştirak eden kuruluşlar arasında esnek bir ittifak oluşturan dokuz maddelik bir anlaşma yapılmıştır. “Birlik noktaları” olarak ifade edilen bu anlaşmada bütün iştirakçilerin mutabık kaldığı maksatlar izah edilmiş, filoya müdahale edilmesi durumunda sadece şiddet dışı yollarla direnileceği taahhüdü de yer almıştır. Free Gaza Movement’ın ifadesine göre, her bir gemide katılımcı kuruluşların temsilcilerinden müteşekkil birer yönetim komitesi bulunmaktaydı.

Madde 85. Filoya 40 değişik ülke uyruğunda insan katılmıştır. Her kuruluş, gemilere binecek kişilerin seçiminde kendi kriterlerini uygulamış, kendi müracaat ve seçim süreçlerini yürütmüştür. Ayrıca, gemilerde yer alacak yolcuların kaydedilmesi süreçlerinin tek elden ve tek bir format altında yürütülmesini sağlamaya yönelik bir protokol de mevcut değildir. Görüşülen katılımcıların çoğu bu tür bir çalışma için gerekli yetenek ya da vasıfları taşımıyordu. Bazı kuruluşlar katılımcıları vasıflarına (mesela doktorlar), halkı etkileyecek statülerine (parlamenterler, yazarlar) ve aynı zamanda provokasyonlara karşı direnme kabiliyetine göre seçtiklerini söylemiştir. Bazı kuruluşlar ise kendi tanıdıkları kişileri seçtiklerini belirmiştir.

Ama sol kesim, İslamcıları geçmişte Filistin davasına sahip çıkmamakla eleştiriyor?

Bu çok yanlış bir şey… O dönemde Kahraman Maraş’tan, Antalya’dan giden İslamcılar da oldu. Sol kesim, İslamcıları yargılarken ne kendi tarihlerini bilerek yargılıyor ne tarafsız davranıyor ne de İslam’ın özel tarihini biliyor.

Ben şuna inanıyorum: Filistin konusunda, sağcısı, solcusu, İslamcısı, herkes dönem dönem bir şeyler yaptı ve bunların hepsi bizim kazanımımız.

İslamcıların bu hassasiyetini, Gazze’nin yönetiminde Hamas’ın olmasına bağlayanlar var…

Bunlar çok yüzeysel ve insafsızca eleştiriler. Biraz da Türkiye’deki solcuların Ulusalcı ve Kemalist yaklaşımı… Bir olayı kendi yerelinde değerlendirmek gerekir. Filistin’de içeri giren solcuların kurtulması için pazarlık yapan Hamas. Gazze’de çalıştığımız için Hamasçı mı oluyoruz? Batı Şeria’da da çalışıyoruz. Orada da Mahmut Abbas hükümeti var. Bu durumda da Filistin Kurtuluş Örgütünden mi oluyoruz. Siyonist işgali altındaki bölgelerde de çalışıyoruz. O zaman da İsrail işbirliği içine mi giriyoruz? Biz şuna inanıyoruz: Hamas seçimle iş başına geldi ve milletvekilleri tutuklandı, Gazze’ye sıkıştı; Şimdi Gazze bir açık cezaevi… Bunu niye mahkûm ediyorsunuz? Önce adamlara “Seçim yapın!” dediniz; seçim yapıp başa geldiler, sonra mahkûm ediyorsunuz! Ve ne oluyor: Anne ve babanın tercihinden dolayı çocukları da hapse atmış oluyorsunuz. Şu anda orada, Hitler’in Yahudilere yaptığı zulüm uygulanıyor.

Hamas’ın “Mısır’dan başka arabulucu tanımıyoruz.” sözlerine ne diyorsunuz?

Onu sonradan reddettiler. Öyle bir şey yok. Ama Hamas, Türkiye’nin uluslararası arenada zor durumda kalmasını istemiyor, gördüğüm kadarıyla. Ayrıca, bütün İslam dünyası Mısır’ın aracı olmasını ister, hatta istemek zorunda. Çünkü Filistin meselesi sadece Filistin’e bırakılacak bir mesele değil. Bütün dünyayı etkileyecek sonuçları var. Üstelik Mısır, coğrafi olarak Filistin’e en yakın ülke.

İsrail’deki ‘Türkiyeli Yahudiler Birliği’ Hamas’ın elindeki İsrailli asker Şalid’i kurtarmanız için girişimde bulunmazı istiyordu?

Bize mektup gönderdiler. Biz de o mektubu Hamas’a ilettik. Ama Şalid’in babası “Biz böyle bir arabuluculuk istemiyoruz, ben bu kurumu tanımıyorum.” diye açıklama yapınca arabuluculuktan vazgeçtik…

Gemide Yahudiler de varmış…

Siyonist rejimin bu yaptıklarından rahatsız olan çok Yahudi var. Nitekim bizim gemide de Yahudiler vardı ve onlara da kötü muamele ve işkence yaptılar.

Uluslararası tepkiler nasıldı?

Latin Amerika ülkeleri bize destek verdi. İslam dünyası halkların baskısı yüzünden destek vermek zorunda kaldı zaten… AB parlamentosu da destek verdi. Kanada halkı -ki İsrail’in en güçlü olduğu ülkelerden biridir- yüzde yetmiş oranında bize destek veriyor.

BM raporunun onaylaması konusunda AB ülkeleri çekimser kaldı ama…

Bu da bizim için iyidir. Çünkü İsrail, Avrupa ülkelerini tamamen kuşatmış ve ürkütmüştü. Artık AB, İsrail’e karşı bir yerde durabiliyor. En azından onun dediğini yapmaz hale geldi. Amerika tamamen İsrail’in yanında durdu, ama Amerikan halkının azımsanmayacak bir kesimi diğer -o büyük- kesimi dönüştürecek oranda destek verdiler. Kanada halkının yüzde yetmişe yakını bize destek verdi. Biz zaten devletlerden ziyade halkın desteğinin peşindeyiz. Çünkü uzun vadede devletlerin tavrını belirleyecek olan halktır.

Arap ülkeleri ne durumda?

Arap ülkeleri artık İsrail’e karşı daha dürüst tavır koymak zorunda hissediyorlar kendilerini. Filistin konusu, masada bir pazarlık kartından ibaret değil; çok hassas bir konu…

Halk hemen galeyana gelebilir. Bundan sonra hepsi Filistin’in yanında yer almak zorunda kalacak. Toplumsal vicdanın sesi, baskı hâline gelip liderleri de etkileyecek.

Mavi Marmara olayının en önemli sonuçları nelerdir sizce?

En önemli sonucu, halkların uyanışıdır. Farklı dinlerden de olsa vicdan sahibi insanlar, bir araya gelip ortak bir eylem yaptılar. İsrail’in milyonlarca dolar harcayarak oluşturduğu propaganda araçları yerle bir oldu. İsrail’in acımasız bir katil olduğu; korkak olduğu için insan öldürdüğü ortaya çıktı. Bu sonuçları ilerde daha da çok hissedeceğiz.

Nasıl?

Dönüşümler önce algılarda başlar. Artık “İsrail algısı” iyi değil. Eskiden İsraille yan yana olmak bir prestijdi; şimdiyse “katille, caniyle, haksızlıkla yan yana olmak” anlamına geliyor. Bu çok önemli!

Mavi Marmara bir deprem oluşturdu. Bu deprem, İsrail’in dünya hâkimiyeti ile ilgili çatlaklara sebep oldu. Bu çatlaklar zamanla büyüyecek. Artık hangi şirketlerin arkasında Siyonist güç olduğunu, hangi devletleri Siyonistlerin yönettiğini ve medyayı nasıl kullandıklarını herkes gördü.

İsrail tanındıkça düşüşe geçecek. Türkiye’deki insanlar, Mavi Marmara’dan önce İsrail Başbakanının ismini bile bilmezlerdi. Şimdi artık herkes İsrail’i tanıyor. Siyonist rejim, sadece Müslümanlara değil Yahudilere ve Hristiyanlara da zarar veriyor.

Ama propagandaya devam ediyorlar…

Yaptıkları her propaganda kendi aleyhlerine dönüyor. Mesela, baskından önce bizi uyarmış gibi sahte bir görüntü çıkardılar, daha sonra bunun yalan olduğu ortaya çıktı. Bu son giden gemideki aktivistlere çok iyi muamele yaptıklarına dair açıklama yaptılar.

Ama aktivistler çıktılar “Bize işkence yaptılar.” dediler. Yani, hangi olayı kurguluyorlarsa o konuda batağa saplanıyorlar. Ekonomik olarak etkin oldukları ülkelerde az çok başarıya ulaştılar ama artık oralarda da halk tarafından yargılanıyorlar.

Ekonomik olarak etkin olmadıkları ülke var mı ki?

Üçüncü dünya ülkeleri İsrail’in karşısına geçmeye başladı. Mesela Afrika’da ağırlığını kaybediyor artık. Bir de pek bilinmeyen gizli alanları, rezerv ülkeleri vardır İsrail’in. Kamuoyu baskısıyla bu ülkelerdeki gücünü de kaybediyor…

ABD’nin İHH’yı terör örgütü olarak sınıflandırma çabaları sizi nasıl etkiler?

Hiçbir şey olmaz. Biz dünyanın her tarafında örgütlü bir kuruluşuz. Hiçbir şey engelleyemez bizi. Ancak kendilerine zarar verirler.

İsrail sakıncalı kuruluşlar listesine almış bizi, ama hiçbir hukuki gerekçesi yok.

O yüzden terörist ilan edemiyorlar.

Doğrusu, kim bizi terörist ilan ederse kendisi kaybeder.

Amerika bizi haksız yere terör listesine aldığı gün özgürlük heykelini oradan indirmelidir. Çünkü özgürlük adına söylediği her şey boşa çıkmış olur.

Biz terör listesinden çıkmak için uğraşmayacağız. Eğer bize kışkırtıcı diyorlarsa bu konuda kışkırtıcı olacağız.

Bizi terör listesine almak isteyenler alsınlar çünkü hiçbir terör eylemimizi bulamayacaklar ve böylece dünyadaki bütün değerleri ve etkinlikleri alt üst olacak.

Hem, bizi terör listesine koyarlarsa Türkiye ile ilişkileri nasıl olacak?

En başta, halk izin vermez buna.

Türkiye’de kanunlar var: terörist olsaydık bizi çoktan kapatmışlardı. T.C. kanunlarının çerçevesinde çalışan ve terörist olmayan bir örgütü Amerika kalkacak terör örgütü ilan edecek öyle mi?

Eyleminizi el altından İngilizlerin örgütlediği söylentilerine ne diyorsunuz?

Bunu söyleyen çevreleri çok iyi biliyoruz biz. Bu şekilde spekülasyonlar üretmeye devam ettikleri takdirde, onların da Batıyla, Avrupayla ilişkileri sorgulanmaya açılır.

Mavi Marmara gemisini biz yardım toplayarak aldık, dolayısıyla da yönetimi bize ait. Dışarıdan gelen insanlar oldu, hiçbiri yönetimde yer almadı. Sadece aktivist olarak katıldılar.

İngilizler kendi ülkelerinde de harekete geçtiler; mesela İsrail’in Dışişleri Bakanının yargılanması için harekete geçtiler ve Bakan İngiltere’ye giremedi.

Biz, İngiltere devletini ayrı, İngiliz aktivistlerini ayrı düşünüyoruz.

Her şeye böyle komplocu yaklaşan zihniyeti de kabul etmiyoruz.

Hangi çevrelerden bahsediyorsunuz?

Biz internetten okuyoruz yani. Onlar mesajı almıştır hiç merak etmeyin.

D.Y: İHH İsrail ile ilişkili diyenler bile var…

Bunu diyenler ALÇAKTIR!. Bunu aynen böyle yazın…

Böyle bir bağlantıyı nasıl kurabiliyorlar ki?

Korkaklar yola çıkamayınca gidenleri yargılayıp kendi vicdanlarını rahatlatıyorlar. “Ne işleri vardı orada? Kışkırtmaya gittiler, eylemi bu olay olsun diye organize ettiler.” diyorlar.

Neden gittiniz peki?

Öncelikle insani yardım için yola çıktık. Ambargoya dikkat çekmek için gittiğimizi açık açık söyledik zaten. İkincisi, İsrail büyük bir savaşa hazırlanıyordu, Gazze’yi tekrar vuracaktı. Onu ötelemek için de gittik ve başardığımıza inanıyoruz. Üçüncü önemli nedenimiz ise İsrail’i dünyada yalnızlaştırmaktı.

İsrail’in acımasızlığını açığa çıkarmak için, diyebilir miyiz buna?

Doğru, biz İsrail’in pisliklerini deşifre etmek istedik. İsrail gelecek bize müdahale edecek ve biz de İsrail’in gerçek yüzünü gösterecektik. Ama bu kadar akılsız ve alçak olduklarını biz de tahmin edemedik. İsrail, Mavi Marmara olayında kendini daha da kötü duruma soktu ve şu anda da dünyada yalnızlaşıyor.

BM Raporu / Madde 79. Filonun amaçları, Free Gaza Movement ile İHH’nın liderlerinin ifadeleriyle şöyle açıklanmıştır: (a) Gazze’deki durum ve ablukanın etkileriyle ilgili olarak uluslararası kamuoyunun dikkatini çekmek, (b) ablukayı kırmak ve (c) insani yardım malzeme ve desteğini Gazze’ye ulaştırmak. Filoya katılan yolculardan Komisyon’un birebir görüştüklerinin hepsi bu amaçları paylaştıklarını söylemiş, ama en çok insani yardım üzerine vurgu yapmışlardır.

D.Y: Evet, ama en yoğun eleştiri de ‘İsrail’in acımasızlığını bile bile ölmeye gittiğiniz’ konusunda yapılıyor…

Herkes kendi seviyesini ortaya koyuyor. İsrail’in propagandalarını burada gönüllü olarak devam ettiren insanların sözleri bunlar. İsrail bizi vurup da gerçek yüzünü ortaya çıkarınca, bundan hiç hoşnut olmadılar ve bizi İsrail’in yaptığından daha fazla suçlamaya başladılar.

Düşünsenize, gemide dünyanın dört bir yanından insan vardı. Ama İsrailliler, “Şehit olmayı isterim.” diyen iki yardım gönüllüsünün sözlerini tüm dünyaya yayarak bütün yardım gönüllülerinin aynı konumda değerlendirilip yargılanmasını sağlamaya çalıştılar. İçimizdeki kraldan çok kralcı kesim bunu bile göz ardı etti. Yahu, aramızda seksen küsür yaşında bir papaz da vardı; küçücük çocuğuyla bir anne vardı. Bu insanların hepsi ölmeye mi gittiler?

Öte yandan şunu net bir şekilde ifade etmek gerekiyor: hiç kimse o yolculuğa ölmek için çıkmadı. Tam tersine herkes Gazze’ye ulaşmak için can atıyordu. Herkes de bilir ki şehit olmayı istemek, Allah rızası için yaptığınız aktivitenizde yapabileceğiniz en büyük fedakârlıktır ve bu sonucun ortaya çıkması için bedelini ödemeyi göze almak gerekir.

Küçük bir çocuğun böyle riskli bir eyleme katılması evrensel çocuk haklarına aykırı değil mi?

Doğrusu, bizim irademizin dışında oldu bu; hatta ben çocuğu iki gün sonra gördüm. Aslında baştan fark etseydim müdahale ederdim. Ama müdahale etsem de o çocuk oraya yine binerdi; çünkü çarkçıbaşının çocuğuydu. Denizcilikte kuraldır: kaptan ve çalışanları ailelerini getirir.

Ayrıca, bu gemiyle yola çıkan insanlar savaşa mı gidiyorlar ki sen “Bu çocuğu buraya almam.” diyeceksin. Ama bu günlerde açıklanan BM raporu, bu tür insafsız eleştirilerin hepsine tokat gibi bir cevap verdi.

Ya arkadan gelecek olan ikinci rapor bu raporu teyid etmezse…

Bu iş artık bitmiştir. İlk defa, uluslararası alanda olan bir dava bütün dünyanın gözleri önünde cereyan etti. Ve yine ilk defa, bir davada mağdur taraf yüzde yüz haklı. Buna rağmen ikinci komisyon dengeleri korumak adına “İHH’yı da biraz suç bulacağız, Türkiye’yi de biraz sıkıştıracağız.” derse Türkiye de İslam dünyası da vicdan sahipleri de pozisyonlarını ona göre alır.

Ayrıca, bu birinci raporun gerisinde çıkacak her rapor, o raporu çıkaracak komisyonu sorguya açar. BM böyle bir hata yapamaz. Yaptığı an, BM’in varlık sebebi ortadan kalkar.

D.Y: İHH’nın İran’a para yardımı yaptığı haberlerine ne diyorsunuz?

Söz konusu haberin orijinal metninde hiç böyle bir şey yok. En son cümlesinde “İran, İHH’ya da yardım etme kararı aldı.” deniyor. Bunu Türkiye’de tercüme eden site, bilerek çarpıttı ve “İHH, İran’a para transferi yaptı.” şeklinde haber yaptı.

Biz de hukuki yollara başvurduk. İlgili medya kuruluşu da yazıyı kaldırdı ve özür-tekzip yayınladı.

Ayrıca, İngiltere’de bu saçma iddiayı kaleme alan muhabir de kara propaganda ile tanınmış biri. Her zaman böyle yalan haberler yapar, İsrail yanlısı…

Bir kere daha gördük ki İsrail, propaganda yaparken bile ancak toplumda karşılığı olmayan yalancıları bulabiliyor. Türkiye’de ona destek verenler de aynı konuma düşüyor.

Şehadet ve cihad kavramları ne anlama geliyor sizin için?

Allah için yapılan çalışma cihattır. Bizler, yani o yola çıkan tüm Müslümanlar, Allah için çıktık yola. Hiç kimse menfaat peşinde değildi. Tabii ki her Müslüman şehit olmayı ister. Fakat hiç kimse de bunun için kendini kurşunların önüne atmaz, çünkü bu intihardır. Bizler, oraya giderken, “Şehit olacağız.” diye gitmedik. Ama şehitlik bir sonuçtur ve biz de başımıza gelecek her şeye razıydık.

D.Y: “Oraya Allah adına gittik” dediğiniz zaman bunu cihad, yani İslami bir savaş eylemi olarak algılayanlar da var…

Öyle algılasalar bile biz bunu inkâr etmiyoruz.

“İnsanlık adına gidiyoruz!” deseydiniz daha geniş kesimlerce doğru algılanabilir miydi acaba?

O zihin kodlarını değiştirmeleri gerekiyor. Şimdi onların zihin kodları yanlış diye biz kendi argümanlarımızdan vazgeçemeyiz. Bizim inandığımız Allah, din, dil, ırk ayrımı gözetmeden bütün insanlara hizmet etmemizi gerektirir. Dinin söylediği budur. Biz de bunu yapıyoruz.

D.Y: Medyaya yansıyan görüntülere bakınca; meydanlarda hep başörtülü kadınlar, dolayısıyla İslamcılar vardı gibi bir izlenim doğdu…

Sokakta gezerken bile birçok başı açık kadın yolumuzu keserek, hatta bazıları da pencerelerden seslenerek bize destek verdiklerini söylediler. İnsani yardım malzemelerinin temininde, gemi alımı için yardım toplama faaliyetlerinde ve diğer faaliyetlerimizde de görev aldılar. Şu da var; yıllarca bu kesimler birbirine öcü olarak gösterildi. Bu yüzden biri meydana çıkıyorsa, diğeri camdan destek veriyor.

Medyanın sunumu hakkında ne düşünüyorsunuz?

Medya, bizim eylemlerimizde nerede yeşil bayrak, sakallı, tesettürlü insan varsa onları çeker. Bilinçli yapar bunu. Doğrusu biz de çok gocunmuyoruz. Halk buna da alışsın diyoruz yani.

Şu anda rüzgâr döndü aslında. Artık bu tip çamurlar tutmayacak. Meydanlarda kötü gösterilen bu insanlar, bakkalda alışveriş yapıyor, markete gidiyor, minibüse biniyor…

Minibüsteki o sakallı cübbeli genç kalkıyor açık bir hanımefendiye yer veriyor. Bunlar öyle göstermelik olacak şeyler değil; içten gelen şeyler.

İsrail’deki tutukluluğunuz sırasında MOSSAD ajanı, Türkiye’de kendileri için çalışan gazeteciler olduğunu söylemiş size…

MOSSAD ajanına “Siz bu suçu kabul edin, çünkü hata çok açık; kabulden sonra özür dileyin, tazminat ödeyin ve dünya sizde de bir insanlık olduğunu görsün.” dediğimde, belli kuruluşların isimlerini vererek dedi ki, “Biz de Türkiye’de şu şu kuruluşlarda propaganda başlatacağız.”

Hangi kuruluşlardı onlar?

O, bu kuruluşların isimlerini söyledi ama ben bunun Türkiye’deki bütünlüğü bozmaya yönelik bir taktik olduğuna inanıyorum. Onun için “Herkes yazdığına dikkat etsin.” dedim.

D.Y: MOSSAD ajanı gibi sorular soran gazeteciler var demiştiniz…

Yurtdışından gelen gazetecilerin yüzde sekseni ve yurt içindekilerin de bir kısmı hep aynı şeyleri ve aynı sırayla sordular…

Nasıl yani?

İşte, siz oraya provakasyon için mi gittiniz. Sopalarla saldırdınız, bıçaklar vardı… 1997’de hapse alınmışsınız…

97’de neden hapse alınmıştınız?

28 Şubat mağdurlarından biriyim. Sonunda beraat ettiğim üç aylık bir cezaevi sürecim oldu. 23 yıldan yargılandım, ilk duruşmada serbest bırakıldım daha sonra da beraat ettim… Üç ayda çıktım.

Neyle suçlanmıştınız?

Anayasal düzeni silah zoruyla yıkmak için kurulan örgütün lideri.

Hangi örgüt?

(Gülüyor) İ Ha Ha… Sonra bunun ne kadar komik ve saçma bir iddia olduğunu görüp beraat ettirdiler.

Katliam sonrasında, hükümetin tepkileri nasıldı?

Abdullah Gül’ün, Davutoğlu’nun, özellikle Başbakan’ın tepkileri tüm dünyada etkili oldu. Herkes memnun kaldı. Ama bunun takip edilmesi gerekiyor. Şu BM raporu çok önemli: uluslararası insan hakları mahkemesine başvurulması gerekiyor!

D.Y: Türkiye daha sert tavır almalıydı, diyenler de var…

Türkiye, bizi tutuklayan İsrail’e serbest bırakılmamız için yirmi dört saat süre vermişti… Eğer bu yirmi dört saat içinde bırakılmasaydık bir savaş sebebi olacak kadar büyümüştü olay. Kolay da değil. İsrail, Türkiye’yi rezerv ülke olarak gördü her zaman.

Ama bu ilişki tamamen altüst oldu. Ve gittikçe de olacak.

Çünkü İsrail’in akıllanma gibi bir derdi yok. İsrail hep krizi büyütmeye yönelik refleksler ortaya koyuyor. Ama ne Türkiye eski Türkiye ne de İslam dünyası eskisi İslam dünyası. Kitle iletişim araçlarının artması ve alternatif medyalar sayesinde Avrupa halkları da İsrail’in gerçek yüzünü gördü.

Sizin oraya savaş çıkartmak için gittiğinizi söyleyenler de oldu…

Ya, bu çok saçma bir şey. Kölelik ruhu… Haksız da olsa güçlünün yanında olan kalemşörlerin söylemi. Onlara göre, İsrail ne yapsa haklıdır; ona “ne yapıyorsun!” diyenlerse haksızdır. Bu yürekli (!) insanlar İsrail’in yaptığı bu korsanlığa niye doğru dürüst ses çıkarmadılar acaba?

Biz, Rabbimin bize vermiş olduğu yetkileri kullanarak ve insanlığın ortak kazanımı saydığımız uluslararası sözleşmelere de dayanarak İsrail’in kanunsuzca uyguladığı ambargoya dikkat çekmek için gittik. Savaş çıkarma gibi bir niyetimiz hiç olmadı.

Bu eyleminize yapılan en yoğun eleştirilerden biri de “Ne işleri vardı orda, Türkiye’de aç mı kalmadı, muhtaç mı kalmadı? Önce buradakileri bitirsinler sonra oraya gitsinler?” şeklinde…

Biz Türkiye’de de çalışıyoruz. Uzaktan atıp tutmakla olmaz bu işler. Bunu diyen herkes gelsin bizimle beraber Türkiye’de çalışsın.

Gemi yola çıkarken Türkiye tarafından yeterli güvenlik önlemi alınmamıştı, denebilir mi?

Biz BM’ye üye bir kuruluşuz. Güvenliğimiz, uluslararası güçlerin, NATO’nun, BM’nin sorumluluğundaydı. Oraya yardım koridoru açmaya gidiyorduk. Bütün dünya liderlerine, dini liderlere, uluslararası kuruluşlara mektup yazdık.

Yani, suçu Türkiye’nin üstüne atmak vebaldir.

Saldırı olduğunda etrafımızda gemiler vardı, ama nereye aittiler bilmiyoruz. Henüz kimse üstlenmedi o gemileri. Uluslararası sistem, kendi kurmuş olduğu düzeni korumamakla yıpratmış oldu.

Bu sınavdan en başarılı çıkanlar kimler sizce?

İkisi hariç, gemideki aktivistler ve aileleri. Onların dışında, Türkiye halkı ve insan hakları örgütleri de ciddi bir destek verdi.

THY, bizi almak için gönüllü personelden oluşan bir uçak gönderdi.

En son yapılan bir ankette, bütün olumsuz propagandaya rağmen yüzde yetmiş beş destek çıktı. Her yerde karşımızda olanlar ise her ülkenin “ulusalcı” kesimiydi.

İki kişi hariç dediniz, kimdi onlar, ne yaptılar?

Biri korktuğu için pasif kaldı hiçbir şey yazmadı; ismini söylemek istemiyorum. Diğeri de tamamen İsrail yanlısı bir kitap yazan Şefik Dinç.

D.Y: Dinç’in kitabında sizin gülümseyen bir pozunuzdan yola çıkılarak İsrail’in saldırısından memnun göründüğünüz iddia ediliyor…

Şefik Dinç yalan yazmıştır. Kitabın çoğu yalan. Bunu gemiye katılanların hepsi bilir. Ahlaksızca bir şey bu…

Türkiye’nin ve insanlığın aleyhine, tamamen İsrail ağzıyla yazılmış ve ısmarlama bir kitap o.

Zaten, İsrail de Türkiye’ye karşı o kitabı delil gösteriyor. Dikkat ederseniz kitaptaki resimlerin hepsi de İsrail’in tezlerini güçlendirmeye yarayan resimler.

Sözünü ettiğiniz resme gelince: O resim tam helikopter inişi sırasında çekildi. O sahneyi çok iyi hatırlıyorum. Bunlar ne yapıyor, aptal mı manasında acı bir tebessümdü o. Bunu bu gazeteci çekmiş ve aleyhte kullanmış.

Oysa ki o anda herkes gülüyordu orada. Çünkü bu kimsenin beklemediği bir şeydi ve askerlerin inmesi çok çocukça bir şeydi…

Tabii o sırada ateş açılınca gülümsemelerimiz de bitti.

Bir de, İsraillilerle yapılan bir röportaja dayanarak, gemidekileri direniş için cesaretlendirip örgütlediğiniz ve İsrail’e sert karşılık verdiğiniz eleştirisi var…

Ya ne yapacaktık? Karşımızda denizaltıları, helikopterler, savaş gemileri, hücumbotlar, en gelişmiş silahlar var… Dünya imdat çağrımıza kulaklarını tıkamış… “Gelin bizi öldürün mü diyeceğiz?” Kendimizi korumak için elbette insanlara cesaret vereceğiz, hazırlıklar yapacağız.

İsrail bizi böyle bir şeyle suçlarken komik duruma düşüyor.

Bu katiller taammüden adam öldürmüştür ve bu kitapta bu cinayeti savunan bir zihniyet var.

D.Y: Ama o eleştiri röportajdan alınmıştı…

Günlük bir gazetede yayınlanan röportajı, kitapta bir kurgu oluşturmak için kullanmak ve kalıcı hale getirmek, İsrail tezini savunmak ve katilleri korumaktır.

Kitaptaki yanlışları düzeltmek için ‘tekzip’ girişiminde bulundunuz mu?

Herhangi bir girişimde bulunsak daha çok ünlenir diye düşündük.

D.Y: Saldırı esnasında İsrailli bir askerden çıkan “terörist” listesi vardı…

B.Y: Birinci görüşe göre: Bu bir ölüm listesidir.

NitekimRaid Salah vuruldu!” diye İsrail telsizleri anons geçti.

Hatta ilk on saat Salah’ın vurulup vurulmadığından emin olamadılar.

Sonradan İsrail Genel Kurmay Başkanı kılık değiştirerek gemiye gelmiş ve Salah’ın yaşadığını tespit etmiş. Bunlar kendi açıklamaları…

İkinci görüş ise: Öldürülmeyeceklerin listesi olduğu ki bu daha felaket. O zaman da geri kalan herkesin öldürüleceği yorumu çıkar… Her halukarda bu listenin varlığı İsrail’in pis yüzünün bir göstergesidir.

Vurulanlar arasında listede adı olan var mıydı?

Yoktu. Listede ismi olanlara benzeyenler vardı.

(Görüştüğüm yolculardan çoğu, İbrahim Bilgen’in Raid Salah’a benzediği için öldürüldüğünü düşünüyordu. AA’nın haberi de bu bilgiyi destekliyordu: D.Y)

Baskında Beni Öldürmeye Çalıştılar

İsrail’in 31 Mayısta Gazze’ye yardım filosuna düzenlediği saldırı sonrasında gözaltına alınan, İsrail’deki İslam Hareketi’nin kuzey şubesi sorumlusu Şeyh Raid Salah, “İsrail askerlerinin gemideki baskın sırasında kendisini öldürmeye çalıştığını” belirtti.

Mavi Marmara gemisine İstanbul’dan katılan ve filodaki gemilerin ele geçirilip Aşdod limanına çekilmesinden sonra diğer yolcular gibi gözaltına alınan Arap kökenli İsrailli Salah, bugün Aşkelon’da çıkarıldığı mahkemede, “Askerler beni öldürmeye çalıştı… Ben sandıkları kişilere doğru ateş açtılar” diye konuştu. Salah ayrıca, “Allah yolunda ölmeye hazırım” ifadesini kullandı. 5 Haziran 2010, AA/Tel Aviv

Siz ne yapacaklarını düşünüyordunuz?

Bizimle irtibat kuracaklarını ve kriz çıktığı an, filoyu organize eden kuruluşların temsilcileri bir araya gelecek ve durumu müzakere edeceğiz diye düşünüyorduk.

BM Raporu Madde 98. Filo, Kıbrıs açıklarından ayrılırken filoya katılmış olan kişiler İsrail’in gemileri durdurup kontrolü ele geçirme planlarının farkındadır; Komisyon’a göre burası kesindir. İsrail planlarının ayrıntıları bir İsrail gazetesinde yayınlanmıştır.

Yolcuların pek çoğu, daha öncesinde, İsrail’in yapacaklarının filonun yolunu kesmek ve gemileri güzergâhlarını değiştirmeye zorlamak olduğunu düşünmüşlerdir. İsrail’in zor kullanarak gemilere çıkmaya çalışacağını tahayyül dahi etmemişlerdir.

Daha az tecrübeli bazı yolcular, 2009’daki Spirit of Humanity hadisesine rağmen, fiili müdahale anına kadar hâlâ bu düşüncelerini korumuşlardır.

Komisyon’un görüştüğü pek çok yolcu, 31 Mayıs sabahı ilk İsrail botları Mavi Marmara’ya yaklaşana kadar İsraillilerin gemilere çıkmaya çalışacağına gerçekte inanmadıklarını söylemişlerdir.

Ama İsrailliler uyardıklarını iddia ettiler…

Hepsi yalan. İsrail saat 22.30’da bizimle irtibat kurdu. “Nereye gidiyorsunuz?” diye. Biz de “Gazze’ye gidiyoruz ama rotamız Mısır’a doğru.” dedik…

Saat 04.30’da hiç uyarmadan ateş etmeye başladı.

Sanki uyarıyormuş gibi bir senaryo kurgulayıp basına vermişler, daha sonra bunların sahte görüntüler olduğu ortaya çıktı ve İsrail özür dilemek zorunda kaldı.

İsrail hükümeti, yardım malzemesini resmi yollardan kendilerine teslim etmenizi talep etmişti…

Biz zaten İsrail’in oradaki ablukasını hukuksuz gördüğümüz için ambargoyu delmek amacıyla çıktık yola. İsrail’in Biz bu yardımları götürürüz.” demesi sadece tiyatro. Bugüne kadar hangi yardımı yerine ulaştırdılar ki? Kendilerine teslim edilen yardımları önce uzun bir müddet işgal ettikleri topraklarda tutuyor ve ondan sonra da bir sürü vergi cezası alıyorlar.

Geminin yeterli bakım yapılmadan yola çıkarıldığı iddialarına ne diyorsunuz?

Makine dairesindeki her şey onarılmıştı ve yola çıkmaya hazırdı. Sadece, koltukların ve masaların değişmesi gerekiyordu. Yola çıkmasını güvenlik açısından engelleyecek bir şey yoktu.

Direnme kararını neye göre ve nasıl aldınız?

Kaptan, “Gemide yangın çıkarsa yangın hortumu nasıl kullanılır, müdahale olur da gaz bombası atılırsa nasıl gaz maskesi takılır.” gibi tatbikatlar yaptırdı.

Biz de gelirlerse su sıkarız, gemiye almamaya çalışırız, onlar da bizi yedeklerinde götürür diye düşünüyorduk. Direniş kararımız bu boyuttaydı; yani gemiye çıkarmayacaktık onları.

BM Raporu / Madde 99. Mavi Marmara’daki yolcular, İsrail’in filonun kontrolünü ele geçirme düşüncesinde ciddi olduğunu 30 Mayıs günü yavaş yavaş anlamaya başlamışlardır. Aralarında üst düzey İHH yetkililerinin de olduğu bazı kişiler, gemiye çıkılması teşebbüslerine karşı Mavi Marmara’yı korumak için aktif olarak hazırlıklara girişmişlerdir.

Video kayıtlarının gösterdiğine göre, 30 Mayıs günü 50 ila 100 kişinin bulunduğu bir toplantıda, aralarında İHH başkanının ve önemli bazı şahsiyetlerin olduğu yolcular, İsrail’in gemiyi ele geçirme teşebbüsünü engellemekle ilgili meydan okuyucu konuşmalar yapmışlardır. Geminin yangın hortumlarının basınç ayarı da müdahaleden bir gün önce güvertelerde test edilmiştir.

Madde 100. İsrail donanmasıyla yapılan telsiz konuşmalarından ve İsrail savaş gemilerinin gözükmesinden sonra, gemiye çıkılmasının eli kulağında bir gerçeklik olduğu anlaşılmıştır. Yolculara can yeleklerini giymeleri söylenmiştir.

Bütün yolcuları kapsayan koordine bir plan yapılmamış olsa da bazı kişiler gemiyi savunma düşüncesiyle gruplaşmaya başlamışlardır. Geminin savunmasını koordine etmek için merkezî bir plan yapıldığıyla ilgili pek bir delil yoktur.

Bazı gönüllüler küpeştedeki demir parmaklıkları kesip demir sopa olarak kullanmışlar… Bir kısmına engel olduk. Keşke olmasaymışız… Bu kadar sert saldıracaklarını düşünememiştik.

BM Raprou/Madde 101. 30 Mayıs’ı 31 Mayıs’a bağlayan gece, bazı yolcular, geminin -kapısı kilitli olmayan- atölyesinden bazı elektrikli aletleri alarak küpeşte parmaklıklarını kesmiş ve her biri takriben 1,5 metre uzunluğunda metal çubuklar hazırlamışlardır. Bunların silah olarak kullanılacağı anlaşılmaktadır.

Ayrıca küpeşteler arasındaki zincirler de alınmıştır. Durumu fark eden gemi mürettebatı, söz konusu aletleri bu yolcuların elinden alarak köprü üstündeki telsiz odasına kilitlemiştir.

Bu arada, yolculardan bazılarına göz yaşartıcı bombalardan korunmak için gaz maskeleri dağıtılmıştır. Komisyon, gaz maskelerinin geminin standart yangın ekipmanları içinde bulunacağını not etmiştir. Ayrıca bazı yolcuların son anda ve müdahaleden hemen önce ilkel birtakım silahlar hazırlamaya girişmesi, Komisyon’un gemiye daha öncesinde silah sokulmadığıyla ilgili tespitini doğrular nitelikte bir olgudur.

Baskın sırasında yaptığınız yardım çağrıları cevapsız kaldı; ne yapabilirlerdi?

Bütün dünyaya çağrıda bulunduk. “İsrail bize saldıracak, uluslararası güçler devreye girsin.” dedik.

ABD ve AB ülkeleri tüm diplomatik yollarla çağrı ve baskı yapsaydı İsrail bunu yapamazdı.

Ama İsrail’in bu kadar büyük bir aptallık yapacağını kimse tahmin edemedi herhalde.

Burada halk sokaklara döküldü… Böyle bir durumda Türkiye halkının sokaklara çıkacağına inanıyordum ve gerçekten de büyük destek vermişler.

Baskın anını anlatır mısınız bize?

Hepimizde şaşkınlık vardı. Ama o andan itibaren hiçbirimizde korku kalmamıştı. Allah, korkuyu almıştı üzerimizden. Ve yapılacak tek şey direnmekti.

Paniklemediniz mi?

Hayır, hiç paniklemedik. Etrafta binlerce kurşun vardı. Hiç kimse o kurşunlara aldırış etmiyordu.

D.Y: Gazeteci tanıklıklarında gemide panik oluştuğunu okuduk ama…

İnsanlar nerede bir saldırı oluyorsa oraya doğru gidiyordu. Ve herkes birbirine yardım etmek için koşuşturuyordu. Panik derken bunu demek istiyorlar herhalde.

Siz nerdeydiniz?

En üstteydim ben de. Yayın yapılan yerde. Helikopterler tam üstümüzdeydi. Askerlerle mücadele ettik. Yanımda çok arkadaş vuruldu. En yukardaki arkadaşlarımız uydu antenini korumak için ordaydı.

Nasıl mücadele ettiniz askerlerle?

Silahlarını, bıçaklarını aldık. Sonra da sağlıkçı arkadaşlara verdik ki yaraları tedavi olsun.

D.Y: Ele geçirdiğiniz silahları almışken kullanabilirdiniz de ama siz denize atmışsınız…

O psikolojiyle çok zordu gerçekten. Çünkü bombalarını da almıştık.

Eğer o bombalar ve silahlar kullanılsaydı birçok İsrail askeri giderdi.

Ama o zaman İsrail kendini haklı olarak ilan ederdi dünyaya.

Zaten, “Ne olursa olsun öldürmeyeceğiz.” kararı almıştık.

Duruma bakılırsa ön saflarda hep T.C vatandaşları vardı galiba. Direniş için gönüllü çağrısı yaptığınızda sadece bizimkiler mi geldi…

Evet, daha çok Türkiye’den arkadaşlar gönüllü oldu. Gerek farklı dilleri konuşanlar arasında anlaşmazlıktan kaynaklı bir problem olmaması, gerekse herhangi bir öldürme hadisesi olmasın diye, özellikle Türkiye’den katılımcıları ön saflarda tuttuk. Birbirimizin lisanından anladığımız için durumu kontrol etmek daha kolay olur diye düşündük.

Furkan’ın saldırının en yoğun olduğu üst güverteye bilerek – bu kadar genç biri ölürse daha çok ses getirir- düşüncesiyle gönderildiği yazıyor, sözünü ettiğimiz kitapta?

Bu çok ciddi bir iftira! Bir kere rahmetli Furkan, kaptan köşkünün orada vurulmadı.

Furkan, görüntü alıp aşağı iniyordu. Yukarıya çıktıktan sonra, yaralıları ve işkence yapılanları görünce onları kameraya çekmeye çalışırken vurulmuş.

Gazze’ye hükümet tarafından gönderildiğiniz iddialarına ne diyorsunuz?

Hükümete yapılan ciddi bir haksızlık ve iftiradır bu. Biz kendi kararımızı kendimiz veriyoruz. Zaten böyle bir eylem de ancak sivil toplum kuruluşları ve bireylerin kendi iradeleriyle olur.

Zaten olayın hemen ertesinde Saadet Partisinin Çağlayan meydanında düzenlediği mitingi düşününce kitleleri harekete geçirenin Ak Parti’den çok, Saadet Partisi’nin olduğu kanısına varıyor insan…

Bunu bir partiye maletmek doğru olmaz. Evet, mitingi Saadet Partisi yaptı; ama bütün partiler katıldı.

Fethullah Gülen’in ‘Diplomatik yollar tükenmeden böyle bir girişim yapılmamalıydı’ açıklamasını duyunca ne hissettiniz?

Tabii ki hepimiz rencide olduk. Şehit aileleri de rencide oldu.

Hocaefendi, iyi niyetli konuşmuş olabilir ama bakın bu sözler İsrail tezlerini güçlendiren bir kitaba dahi malzeme oldu. Hatta Amerika’da çıkan raporlarda da bu ifadeler kullanılıyor.

Biz, -ihtiyaç olmamasına rağmen- İsrail’le, Gazze’ye insani yardım ulaştırılması hususunda bütün diplomatik yolları denedik; ama iki yıl geçmesine rağmen hiçbir cevap alamadık. Bunu da basın toplantısıyla bütün dünyaya duyurduk. Dünyanın bu gerçeği görmesi gerekiyordu ve bizim başvurumuzla dünya bunu gördü.

Hiç kimse de “Biz izin alarak gideriz.” diyemez. Çünkü İsrail bütün yolları kapatmış durumdaydı… Sonuç olarak, talihsiz bir açıklamaydı. Ama bu açıklamanın bir fitne sebebi olmasını da istemiyoruz.

Nasıl fitne sebebi olacak ki?

Yani, sonuçta insanların yaptığı her açıklama her zaman doğru olmayabilir. Gerçekleri görüp geri adım atabilir.

İyi de şu ana kadar bu sözlerden dolayı herhangi bir geri adım ya da düzeltme olmadı ki…

Evet, düzeltmedi ve hâlen üzgünüz. Umarım bir gün bu açıklamayı yapar.

Siz kendisiyle iletişim kurmayı ve bu konuya bir açıklama getirmeyi denediniz mi?

Yakın çevresiyle görüştük bu konuyu. Onlar da bu konuda -en azından Türkiye kamuoyundaki algıdan dolayı- rahatsız. Gönüllerinin bizimle beraber olduğunu biliyoruz. Bu açıklamanın, Hocaefendi’nin bulunduğu ülkeyle ilgili siyâsî bir yaklaşım olduğunu düşünüyorlar.

Ama Gülen hareketi mensupları, şehit ailelerine yakın destek gösterirken, söz konusu açıklamadan sonra selamı sabahı kesmiş?

Kraldan çok kralcılar var. Yani, Hocaefendi’nin bu sözünü zamana havale etmek ve malzeme olarak kullanmamak gerekirdi. Ama ne yazık ki yakın çevresi bunu algılamakta zorlandı.

Umarım bir daha hayatının hiçbir kesiminde böyle yanlış bir açıklama yapmaz. Bu konuyla ilgili başka bir şey de söylemek istemiyorum. Bu konuyu tarihe, halka ve ahrete havale ediyorum.

Gemide bulunanlar ve/veya şehit ailelerinin arasında olaydan ötürü sizi sorumlu tutan oldu mu?

Sorumlu tutan hiç kimse olmadı. Hatta büyük bir çoğunluğu yeni konvoy düzenlenince gelmek için başvurdu.

İHH, şehit ailelerine maddi destekte bulundu mu?

Bütün şehit ailelerinin ihtiyaçları karşılandı. Ama desteğin mahiyetini aileleri rencide etmemek için söylemeyi uygun bulmuyoruz.

Nihayetinde dokuz kişinin öldüğü, onlarcasının yaralandığı, bir kişinin de komaya girdiği ve hâlâ da çıkamadığı trajik bir eyleme imza attınız. Özeleştiri yaptınız mı hiç?

Bunu çok düşündük. Özeleştiri de yaptık.

Bizi uyarsalar ve silah kullanmadan gelselerdi, biz de direnişi sertleştirmiş olsaydık, şehit ve yaralı sayısı arttı diye suçlu bulabilirdik kendimizi.

Ama hiçbir uyarı yapmadan ve silah kullanarak geldiler.

Doğrusunu isterseniz, kendimizi ancak direnişi az gösterdiğimiz konusunda suçlayabiliriz.

Peki, olay sonrası yapılan protesto gösterilerinde cihad söylemlerinin öne çıkmasına, hatta Hamas için sloganlar atılmasına ne diyorsunuz?

Foto: Haksöz Haber

B.Yıldırım: Türkiye’deki İslamcıların açmazlarından biridir bu. Yani, olayı marjinalleştirme alışkanlığını henüz bırakamadılar.

Bu, Lübnan’ı ve Filistin’i iyi okuyamamaktır. Türkiye’deki Müslümanlar için söylüyorum bunu.

Filistin’de mücadeleyi yapanlar, toplumun bütün kesimini kendi içinde barındırabiliyorlar. Bunu yaparken de toplumun değerlerine dikkat ediyorlar. Yani, toplumun belli kesimlerini kendilerinden uzaklaştıracak sloganlardan ve görüntülerden uzak duruyorlar.

Bu söylediklerime karşı çıkanlar da olabilir ama ben bilinçli söylüyorum bunu. Türkiye’de büyük bir kesim Mavi Marmara’ya destek verirken, bizim oturup bu desteğin nasıl artabileceği konusunda biraz daha kafa yormamız gerekiyordu.

Ama olaya tamamen kendi sesimizi, tonumuzu verip, insanların kaçmasına sebep olabilecek bir takım tavırlara girince, olay kendi kazanımlarını tam elde edemeden, biraz sönükleşti ne yazık ki…

Bu tip olayların marjinalleştirilmemesi, sadece bir kesimin meselesiymiş gibi bir görüntü yaratılmaması gerekiyor.

28 Nisan 2011

Yaklaşık bir senelik bu süreçte gelinen noktayı özetleyip genel bir değerlendirme yapar mısınız? Mavi Marmara olayı açısından olumlu ve olumsuz gelişmeler nelerdir sizce?

Mavi Marmara tüm Dünyada bu bir yıl boyunca özgürlüğün ve direnişin sembolü hâline gelmiştir. Yeni filonun konuşulmaya başlamasıyla birlikte İsrail’in en önemli gündem maddesi, tüm platformlarda ve ikili ülke ilişkilerinde filonun yola çıkmasını engellemek oldu. Bu durum, sivil gücün ne kadar önemli olduğunu göstermektedir. Dünya çapındaki en önemli gelişme budur.

Filistin özelinde El Fetih ve Hamasın anlaşması bir anlamda dünya sivil kamuoyunun bu baskısı sonucu gelişen bir süreçtir. İnsanlar Gazzedeki ambargo meselesinin çözülmesi için canlarını feda edebilirken, gruplar arasındaki ihtilaflar önemini yitirdi artık. Onlar da bunun farkında. Önemli bir pozitif gelişme de bu.

Bir yıl sonra, basının ve halkın Mavi Marmara’ya ilgisi ne durumda?

Bir yıldan bu yana bir gün geçmedi ki Mavi Marmara ve özgürlük filosu konuşulmasın. Eğer İsrail bize saldırmayıp geçmemize izin verseydi bu konu hiç bu kadar gündeme gelmezdi. Doğrusu ambargonun uluslar arası kamuoyunda ve her türlü platformda bu kadar çok konuşulmasını biz başka türlü sağlayamazdık.

Kısa süre önce Türkiye’de yapılan bir araştırmada halkın % 94’ü Mavi Marmara hadisesinde filo organizatörleri ve katılımcılarını haklı buldu.

Türkiye halkı herhangi bir konuda uzunca bir süredir böylesine bir fikir birlikteliği oluşturamamıştı. Bu araştırma Türkiye halkının Filistin meselesine bakışını net biçimde ortaya koymuştur. Artık bu mesele çözülene kadar Türkiye’nin durması söz konusu olamaz.

Adalet Bakanlığı’nın ve İstanbul Savcılığı’nın soruşturma üzerindeki tavrını, davanın açılmamasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce neden böyle oldu?

Türkiye’nin iç hukuk sisteminin aradan bir yıl geçmesine rağmen, hâlâ soruşturmadan sorumlular hakkında yakalama kararı çıkarılmaması kabul edilebilecek bir durum değil.

Ama son tahlilde bu yakalama kararının çıkacağına ve İsrailli sorumluların yakalanarak yargı önünde hesap vereceklerine inancımızı ve ümidimizi koruyoruz. Buna engel bir durum olmadığı gibi, Türkiye yargısının her yönüyle birçok suçu içeren böyle bir olayı yargı sürecine taşımadan bırakacağına ihtimal vermiyoruz.

D.Y: Arap ülkelerindeki son gelişmeler hakkında ne diyorsunuz? Mavi Marmara olayı ile dolaylı ya da dolaysız bir bağ kuruyor musunuz?

Arap ülkelerinde oluşan özgürlük hareketlerini sadece özgürlük filosu ve Mavi Marmara’ya bağlamak elbette doğru olmaz. Ancak önemli bir etkendir.

Bu hareketlerin başlangıç noktası ise filodan daha çok, 2009 sonunda yapılan kara konvoyu organizasyonudur.

Bu konvoy Suriye, Ürdün ve Mısır’a uğrayarak Gazze’ye gitmiştir. Oradaki halklar belki de ilk kez böyle sivil bir hareketle karşılaşmıştı. Konvoyun sonuçta Gazze’ye girmesi insanlara sivil hareketin gücü ve yapabilecekleri konusunda önemli bir fikir ve cesaret tabanı oldu.

D.Y: Ya bundan sonra…

Bundan sonra özgürlük ve direniş dünyanın en önemli gündemi olacaktır.

BM Raporu’nun son (278) maddesi: Komisyon, İsrail devletinin, İsrail askerlerinin hukuk dışı eylemleri yüzünden mağdur olanların zararlarının uygun şekilde ve derhâl tazmini konusunda ayak diretmeyeceğini samimi olarak ümit etmektedir.

İsrail hükümetinin acil şekilde harekete geçeceği umulmaktadır. Bu ülke, böylelikle yeni bir yola girip uluslararası alanda hesap vermez ve umursamaz olarak bilinen kötü şöhretini değiştirmeye başlayabilecektir.

Böylesi bir gelişme, İsrail’e sahici bir yakınlık duyanların başı dik bir biçimde İsrail’i destekleyebilmelerini de sağlayacaktır.

Bülent Yıldırım’ın Mavi Marmara olayının birinci yıldönümünde Taksim meydanında yaptığı konuşmadan:

… Dokuz kardeşimizi şehit ettiler. Bu, bu ülkenin onur meselesidir. Bu hukuka İsrail de uyacak. Amerika da uyacak. Herkes yaptığının hesabını hukuk karşısında verecek. Aksi takdirde meydanlar bugün olduğu gibi dolmaya devam edecek… İçimizde Hristiyanlar, Yahudiler ve başka dinlerden insanlar var. Eğer Gazze’de Müslümanlar değil Yahudiler olsaydı ve Müslümanlar onlara zulmetseydi, biz onların da karşısında yer alır ve Gazze’ye Yahudilere yardım için giderdik

 

Ahmet Esad ŞANİ – Taksim 31 Mayıs 2011 Mavi Marmara mitingi röportajı

0 Yorum ↓

Yorum Yok

Yorum Yazın