Bölüm

İsrail ambargosu Çağlayan’da delindi

İsrail’in Türkiye’den sözde özür dilemesinden sonraki gelişmeleri takip ederken, oldukça karamsar ve endişeliydim. Yaratılan o çarpık ve sanal zafer havası, kimilerinin vurdumduymazlığı, kimilerininse ikiyüzlülüğü, eninde sonunda “doğru ve hak” olanın kazanacağına dair inancımı sarsmıştı. Yaratılışımdan gelen olanca iyimserliğime rağmen hızla umutsuzluk girdabına doğru sürükleniyordum.

Hatta size özel bir itirafta bulunayım: Mavi Marmara şehitlerinin ailelerinin isyanlarının, hiç ummadığım kişiler tarafından dahi görmezden gelinmesi o kadar derin bir hayal kırıklığı oluşturmuştu ki, yazmayı ve gazeteciliği bırakmayı, ömrümün geri kalanını dünyadaki tüm kötülüklerden uzak kendi dünyamda geçirmeyi düşünmüş, ölene kadar sürecek bir inzivayı hayal eder olmuştum. “Belki de” diyordum, “Dünyada yaşanan hibir acıyla, haksızlıkla ilgilenmeyen, kendi dünyasında memnun, mesut yaşayan insanlar en doğrusunu yapıyordur. Olan biten herşeyden haberdar olup, karınca misali de olsa birşeyler yapmaya çalışmanın kendimi tüketmekten başka bir işe yaradığı yok.”

İnanılmaz bir şekilde negatifliklere odaklanmaya başlamıştım. Bir girdaba girmiştim sanki…

Neyse ki çok uzun sürmedi bu depresif duygu durumum. Kısa sürede aklım (olduğu kadar artık) devreye girdi ve “Bu sen değilsin. Senin bir idealin, inancın vardı. Dünyada tek başına kalsan da ömrünün sonuna kadar doğru gördüğünü ve bildiğini söylemeli, sesi boğulmak istenenlerin yanında olmalısın” diyerek negatif duyguların pençesinden kurtulmamı sağladı.

Hayat böyle bir şey işte… Siz değişmedikçe dünya(nız) da değişmez. Değişmek içinse aklı devreye sokmak ve duyguların esiri olmamak şart. Yoksa ne kendine, ne de başkalarına hiçbir faydası olmadan savrulup gider insan. İşin ilginç yanı, kalp ve akıl uyum içinde olunca, olaylar da garip bir şekilde “doğru” istikamete doğru evrilmeye başlar. Zannımca her durum ve koşulda, “hakta sabit kalıp batılda kaybolmama” noktasıdır bu.

Tesadüfe (!) bakın ki o kahrolasıca girdaptan çıkar çıkmaz sevgili Yavuz Selim aradı. Haber Ajanda Dergisi’nin gelecek sayısını konuşurken, “özür” meselesi hakkındaki izlenimlerimi anlatarak bu konuda birşeyler yazmayı düşündüğümü söyledim. Onun, “Çalışmanı genişlet de dosya olarak yayınlayalım” sözü ise o güne kadar çektiğim (duygusal) çilenin ve o uğursuz girdaptan çıkışımın bir ödülü oldu adeta.

Sonrasını biliyorsunuz… Olan biteni, duygularımın esiri olmadan (ama yok da saymadan) takip ederek, olabildiğince “gerçeği” görmeye çalışarak “özür-tazminat” sürecini ve şehit ailelerinin tepkilerini sizlerle paylaştım. Ortaya (bence) dikkatli olunması ve sonuna kadar haklı olduğumuz bu davada sağlam durmamız gereken bir süreçten geçtiğimiz durum çıktı.

Endişeliydim ama umutsuz değildim. İlk baştaki negatif duygu durumuna saplanıp kalsaydım eğer, “Bu iş bitmiştir. Mavi Marmara Davası kapanacak ve Türkiye, eşkiyanın dünyaya hükümdar olacağını alenen kabul etmiş ülke konumuna düşecektir” gibi içinizi karartacak bir sonuca varabilirdim kolaylıkla. Bunun için de kimse beni suçlayamazdı. Çünkü endişelerimi haklı çıkaracak pek çok gösterge vardı.

Ama şükürler olsun ki herşeye rağmen “umut” kazandı. İsrail’in ambargosu Çağlayan Adliyesi’nde 20 Mayıs 2013’de görülen 3. Mavi Marmara Duruşması ile “resmen” delinmiş oldu. 20 Mayıs Pazartesi günü, Çağlayan Adliyesi’nde, Anadolu’nun çeşitli köşelerinden gelen şehit aileleriyle ve dünyanın her köşesinden gelen Mavi Marmara yolcuları ile görüşme fırsatını buldum. Gözlerde ve sözlerde temkinli bir umut, eğilip bükülmeden dik durmanın verdiği haklı bir gurur vardı.

Küresel vicdanın temsilcileriydi onlar. Haksızlığa, hukuksuzluğa, adaletsizliğe ve zulme karşı direniyorlardı Çağlayan’da. Tüm dünyaya eşkiyanın dünyaya hakim olamayacağı mesajını iletiyorlardı.

Şehit Çetin Topçuoğlu’nun eşi Çiğdem Topçuoğlu’nun mahkeme tutanaklarına geçen sözleri ise gelinen noktayı ve Mavi Marmara Davası’nın önemini son derece çarpıcı bir biçimde anlatıyordu: “Bu salon şu anda Mavi Marmara, siz hakimler de onun kaptanısınız. Dümen sizde. Bu gemi, siz nereye götürürseniz oraya gidecek!”

İsrail’in insanlık suçları Lahey’de

Mavi Marmara Davası hakkında içimizdeki ve dışımızdaki İsrail lobisine rağmen güzel gelişmelerin olduğunun ilk haberi 14 Mayıs’ta geldi. Mavi Marmara mağdurlarının avukatlarından Ramazan Arıtürk ve Cihat Gökdemir, bir basın açıklaması yaparak (Mavi Marmara gemisinin bayrak devleti olması nedeniyle) Komor Birliği Devleti adına almış oldukları yetkiyle Lahey’de Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne (UCM) başvuru yaptıklarını ve İsrailli yetkililer adına dava açtıkları bilgisini kamuoyuyla paylaştılar.

Tarihi bir öneme sahip olan bu basın açıklamasında şunlar deniyordu:

31 Mayıs 2010 tarihinde İsrail, Gazze Özgürlük Filosundaki ‘Komor Birliği Devleti’ bayrağı taşıyan Mavi Marmara gemisine ve diğer gemilere taammüden saldırarak ‘Savaş Suçları’ işlemiş ve saldırıda 8 Türkiye, 1 ABD vatandaşı 9 sivil insani yardım gönüllüsünü katletmiştir. İsrail askerleri ve sivil ajanları, çoğu ağır yaralı olmak üzere (Uğur Süleyman Söylemez hâlâ komada./D.Y), 50’den fazla sivili yaralamış, tüm yolcuları hukuksuz bir şekilde alıkoymuş ve hapsetmiş, işkence ve onur kırıcı muameleye tâbi tutmuş, eşyaları ve gemileri de gasp etmişlerdir. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi tarafından oylanan ve kabul edilen rapora göre de ‘İşbu saldırıda gerçekleşen hukuka aykırı fiillerden dolayı IV. Cenevre Sözleşmesi hükümleri ihlal edilmiştir’ tespiti yapılmıştır. BM İnsan Hakları Konseyi’nce de kayıt altına alınan bu suçları işleyen İsrail’i, saldırgan ve saldırı emrini veren sorumluların yargılanması için, Komor Birliği Devleti adına almış oldukları yetkiyle Av. Dr. Ramazan Arıtürk ve Av. Cihat Gökdemir, 14.05.2013 tarihinde Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne (UCM) başvuru yapmışlardır. Başvuru dilekçe ve ekinde, 31 Mayıs ve devam eden günlerdeki suçlara dair görüntü, döküman, belgeler ve diğer deliller (tanık, mağdur ifadeleri, video ve fotoğraflar, otopsi raporları, diğer adli tıp raporları, bilirkişi raporları ve BM İnsan Hakları Konseyi Genel Kurulu’nda kabul edilen BM İnsan Hakları Konseyi Uluslararası Vaka İnceleme Heyeti Raporu) yer almaktadır.

14 Ekim 2010 tarihinde de mağdurlar, bireysel başvuru haklarını kullanarak UCM’ye başvurmuşlar ve bu başvuru dosyaları da halen UCM savcılığında açık bulunmaktadır. UCM’nin kurucu sözleşmesi olan Roma Statüsünün taraflarından biri olarak Komor Birliği, Mavi Marmara gemisinin bayrak devleti olması nedeniyle de gemide işlenen suçların yargılanması için başvuru yetkisine sahiptir. İsrail’in işlemiş olduğu suçların UCM’de yargılanması için yer bakımından tartışmasız bir yetki söz konusudur.

UCM soykırım suçu, savaş suçu, saldırı suçu ve insanlığa karşı suçların yargılandığı uluslararası bir mahkeme olarak, BM İnsan Hakları Konseyi’nin ‘Özgürlük Filosuna karşı saldırıda işlenen suçlar, savaş suçlarıdır’ şeklinde tanımladığı suçları işlediği tartışmasız olan İsrail’i de yargılayacaktır. Bu başvuru ile başlayacak olan uluslararası ceza yargılamasında, İsrail Başbakanı Benyamin Netenyahu başta olmak üzere, İsrailli üst düzey diğer sorumlular sanık olarak yargılanması ve cezalandırılması Komor Birliği adına Av. Dr. Ramazan Arıtürk ve Av. Cihat Gökdemir tarafından vekaleten talep edilmektedir. Daha önce de UCM’de ‘Dökme Kurşun Operasyonu’nda İsrail’in yasak silahlar kullanarak bombardımanlarla katlettiği çoğu çocuk ve kadın 1500 sivil Filistinli için açılmış bir dava söz konusudur. Filistin’in BM’de ‘gözlemci devlet’ statüsü kazanmasından sonra bu davanın da ciddiyetini farkeden İsrail, bu yargılamalardan muaf kalmak ve ceza alma riskini bertaraf edip hesap sorulamaz ve hukuk tanımaz bir politikayı devam ettirebilmek için gayrimeşru her türlü çaba içerisine girmiştir. Ancak Komor Birliği adına yapılan bu başvurumuz sonucunda açılacak dava ile İsrail’in, işlediği savaş suçlar karşısında kaçacak bir yeri kalmayacaktır. UCM’ye yapılan bu başvuru, evrensel hukuk, insan hakları ve insancıl hukuk anlamında dünyanın nerelerden nereye geldiğinin, UCM’nin de bu değerlere ne kadar inandığının ve nerede durduğunun göstergesi olacaktır. Bu başvuru, UCM’nin BM Güvenlik Konseyi veya belli güç odaklarının bazı ülke ve liderlerini terbiye aracı mı olduğunu, yoksa hukukun tecelli edeceği bir merkez mi olacağını gösterecektir. BM İnsan Hakları Konseyi’nin ‘Özgürlük Filosuna karşı saldırıda işlenen suçlar, savaş suçlarıdır’ şeklindeki tanımlamasına rağmen, UCM’nin bu başvuruyu ciddi olarak ele almaması veya reddetmesi halinde kendisini de inkar ederek varlığını ve meşruiyetini sona erdirecektir.”

Bu haber, 15 Mayıs Jerusalem Post gazetesinde “ABD, İsrail ile Türkiye arasında uzlaşma sağlanmasına çalışıyordu. Netanyahu da ‘Mavi Marmara Gemisi’nde ölümle sonuçlanan olaylarda hatamız varsa özür dileriz’ demişti. Geçtiğimiz hafta İsrail ve Türk bürokratları, Jerusalem’deki uzun ve verimli bir toplantının sonunda iki ülke arasında üç yıldır süren diplomatik krizin tamiri için uzlaşma metni taslağı oluşturmuşlardı” dipnotuyla yer aldı.

Erdoğan’ın dik duruşu

Lahey’de açılan dava haberinin hemen ertesi günü (15 Mayıs), Furkan Doğan’ın babası Ahmet Doğan’ın, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın kafilesiyle ABD’ye gittiğini haber aldık. Habere göre, ABD Başkanı Obama’dan randevu istemek için yazdığı mektubun iletilmesi için Başbakan’la görüşen Ahmet Bey, bizzat Erdoğan tarafından Amerika’ya gidecek kafileye dahil edilmişti. Ne yalan söyleyeyim, bu haber her şeyden çok sevindirdi beni. Sakın yanlış anlamayın, Amerika’ya ya da Obama’ya bir önem atfettiğimden değil, Erdoğan’ın Mavi Marmara Davası konusunda (Bülent Arınç’ın tersine) dik durduğunu ve gönlünün davanın kapatılmasına razı olmadığını göstermesinden ötürüydü sevincim.

Amerika dönüşü konuştuğum Ahmet Doğan da bu sürpriz gelişmeden duyduğu memnuniyeti gizlemeyerek ve Başbakan’ın dik durduğunu vurgulayarak şunları söylüyordu:

“Ben de ne olduğunu anlamadım. Obama’ya, Furkanımız için ABD’de soruşturma açılmasını talep eden mektubumu Başbakanımıza vermek istediğimde, ‘Sen de gel ve mektubu kendin ver’ dedikten sonra çevresindekilere de ‘Hocam benim misafirim. Herşeyi ayarlayın, bizimle geliyor’ dedi.

Kerry, kaldığım otele geldi. Kırk beş dakika görüştük. Görüşme, umduğumdan iyi geçti. Hatta o kadar olumlu yaklaştı ki ‘Ben Gazze’deki durumu biliyorum. İsrail çok büyük hata yaptı. Bunu çözmemiz lazım’ diyerek tazminat görüşmelerinden bahsetti.

Yanlış anlamaların önüne geçmek için facebook sayfamızda da yazdığım gibi, bu görüşmede, Mavi Marmara ve Furkanımızla ilgili bilgiler vererek yanlış bilgileri düzeltme ve ABD’nin İsrail yanlısı tavrını ve ilgisizliğini doğrudan en yetkili kişiye söyleme fırsatım oldu. Görüşme sonunda, Obama’ya hitaben yazdığım mektubu kendisine teslim ettim. O da Başkan’a teslim edeceğine söz verdi. Ayrıca ABD’de faaliyet gösteren Anayasal Haklar Merkezi (CCR) tarafından Furkan’la ilgili bağımsız bir soruşturma açılmasını isteyen gerekçeli bir mektubu da Obama’ya sunulmak üzere teslim ettim.”

Bu girişimindeki asıl amacının Amerika’da da soruşturma ve dava açılmasını sağlamak olduğunu vurgulayan Ahmet Bey, olumlu gelişmelerle yeşeren umutlarını facebook sayfasında şu cümlelerle özetliyordu:

“Tüm engellemelere rağmen ortaya çıkan bu gelişmeler, İsrail’in de hesap verme vaktinin geldiğini ve Ortadoğu’nun şımarık veledine artık tokat atılabilir olduğunu gösteriyor. Devamı da gelecek ve şamar oğlanına dönecek inşallah.”

Ahmet Doğan’dan ABD Dışişleri Bakanı John Kerry’nin meseleye olumlu baktığını ve İsrail’i hatalı bulduğunu duyunca birkaç hafta öncesini hatırlayarak Kerry’nin -samimi olsa bile- iki cami arasındaki beynamaza döndüğünü düşündüm.

Örneğin İstanbul ziyareti sırasında yapılan basın toplantısında, Boston’daki bombalı saldırıyı örnek vererek Mavi Marmara’da yaşadığımız kayıpların acısını iyi anladığını söyleyen Kerry, 22 Nisan tarihli İsrail gazetelerinde yerden yere vurulmuş ve “Nasıl olur da Boston’daki terör saldırısıyla Mavi Marmara’yı kıyaslar?! Orada teröristler ABD’ye saldırmıştı. Mavi Marmara’da ise biz teröristlere karşı kendimizi savunduk” (22.04.2013/Jerusalem Post) şeklindeki görüşlere yer verilmişti. Dolayısıyla İsrail lobisi ile Furkan’ın (yani Mavi Marmara davasının) arasında kalan Kerry’nin, şimdiye kadar olduğu gibi “Tazminatları alıp uzlaşın” şeklinde baskı yapmaya devam edeceğini düşünmek pek de yanlış olmasa gerek.

“İsrailli generaller de yargılanır”

Mavi Marmara davası ile ilgili en net ve olumlu gelişmelerden birini de 19 Mayıs günü Türkiye gazetesi muhabiri Osman Sağırlı’nın haberinden öğrendik. Habere göre, dönemin İsrail Genelkurmay Başkanı Rau Aluf Gabiel Ashkenazi, İsrail Deniz Kuvvetleri Komutanı Eliezer Alfred Marom, İsrail Hava Kuvvetleri Komutanı Avishay Levi ile İstihbarat Başkanı Amos Yadlin’in, 490 mağdur adına açılan davanın 6 Kasım 2012 ve 21 Şubat 2013 tarihinde görülen iki duruşmasına katılmaması üzerine İstanbul 7. Ağır Ceza Mahkemesi, sanıkların bir sonraki duruşmada hazır bulundurulmalarını istemiş ve Adalet Bakanlığı Uluslararası Hukuk ve Dış İlişkiler Müdürlüğü vasıtasıyla İsrailli 4 generale tebligat göndermişti. Ardından da Dışişleri Bakanlığı, Adalet Bakanlığı Uluslararası Hukuk ve Dış İlişkiler Genel Müdürlüğü’ne bir yazı yazarak İsrailli generaller hakkındaki tebligatın adrese teslim edildiğini bildirmiş ve söz konusu belgenin 19 Mart 2013’te İsrail Dışişleri Bakanlığına ulaştırıldığını gösteren “alındı” raporunu göndermişti. Mavi Marmara Davası avukatlarından Uğur Yıldırım, bunun çok önemli bir gelişme olduğunu vurgulayarak “Sanıkların tebligatlara rağmen duruşmalara katılmaması halinde Ceza Muhakemesi Kanunu ilgili maddeler devreye girecek. Mahkeme, İsrailli yetkililer hakkında yakalama ve tutuklama kararı verebilir, İnterpol’den kırmızı bültenle arama kararı çıkartılması talep edilebilir” diyordu.

Ambargo delik deşik

İsrail’in, her türlü haksızlık ve hukuksuzluğu “kendine” hak gören rejiminin küresel vicdana uyguladığı “hakkını arama ve hesap sorma” ambargosu, sadece Çağlayan’da devam eden Mavi Marmara Davası ile delinmedi aslında. Her türlü engelleme çabasına karşı Lahey’deki Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde açılan davayla şehit ailelerinin seslerini bastırmak ve çarpıtmak için kurgulanan her çeşit sansür ve çarpıtmaya karşı Başbakan’ın “şeref konuğu” olarak Amerika’ya giden Furkan’ın babası Ahmet Doğan’la; İsrail’in “Tazminatı alın askerlerimizi yargılamaktan vazgeçin” yollu baskılarına karşı İsrailli komutanlar hakkında çıkarılan tebligatla da delinerek “delik deşik” oldu artık.

İsrail’e karşı Güney Afrika’da dahi dava açıldığını vurgulayan İHH Yönetim Kurulu Üyesi Av. Gülden Sönmez’in de dediği gibi, “Mavi Marmara Gemisi Gazze’ye özgürlük ve insani yardım taşıyordu. Mavi Marmara Davası da dünyaya hak ve adalet taşıyacaktır. İsrail’in hukuki dokunulmazlık kalkanı ‘Mavi Marmara Davası’ ile kalkmıştır. Bundan sonra İsrail’e herkes, her yerde ve her suçu için hesap soracak.” Ve Çiğdem Topçuoğlu’nun dediği gibi, İsrail’in insanlığa karşı işlediği suçların yargılandığı mahkeme salonu -ve TBMM- Mavi Marmara Gemisi’dir. “Ya kaptanlar rotayı şaşırırsa” mı? Bunun, adalete susamış milyonlarca vicdanın kürek çektiği bir gemi olduğunu hatırlayalım yeter…

Gündeme bomba gibi düşen mektup

Çetin Topçuoğlu’nun oğlu, İsrail’le yapılan tazminat görüşmelerine dair duygu ve düşüncelerini yansıtan bir mektup yazdı. Hükümet’e hitaben yazılan bu mektup, Mavi Marmara Davası’nın 3. duruşmasının başladığı 20 Mayıs Pazartesi günkü Milli gazetede “İsrail’le barışmak için bizi kullandınız” başlığıyla yayınlandı.

Aytek Topçuoğlu, oldukça sert bir üslupla kaleme aldığı mektubunda, davaların kapatılmasından duyduğu endişeyi ve özür-tazminat sürecinin sebep olduğu hayal kırıklığını şu cümlelerle anlatıyordu:

Bizler Allah rızası için, Gazze’deki insanlara, kadınlara, çocuklara, gazilere, şehit ailelerine, Allah’ın emrettiği doğrultuda Müslümanın derdi ile dertlenmeye, onların ihtiyacını karşılamaya, bir nebze de olsun onların yaralarını sarmaya giderken, katledilen insanların evlatlarıyız, kardeşiyiz, eşiyiz, dostlarıyız… Adalet bu mu? Bizim hakkımız böyle mi savunulacak? Bizim derdimiz tazminat ve özür değildir, abluka ve Filistin halkıdır. Bize tazminat verilse ve mesele kapatılsa, Filistin, Gazze ne kazanacak ki?

Siz, bizleri onlara karşı adaletli bir şekilde savunmanız yerine, ne yazık ki isminizde bulunan adaleti çoktan seçmeli antlaşmalarla sağlayamaz oldunuz. Kalkınmaya gelince ise şehit kanlarının hesabını soramayarak, adaleti yerine getiremeyerek, formaliteden özür metinleri çalışmaları yaparak, kan üzerinden pazarlık yaparak, partinizin rant yapmasını sağlayarak kalkınıyorsunuz. İşte sizin adalet ve kalkınma misyonunuz bu olsa gerek.” Aytek Topçuoğlu

“Kısa çöpün uzun çöpten hakkını alacağı

zamanlar da gelecek elbet”

Gündeme bomba gibi düşen bu mektubun ardından, tüm muhalif kanal ve gazetelerin -biraz daha konuşturmak için- peşine düştüğü Aytek Topçuoğlu, sözlerinin çarpıtılacağı endişesi ile Uğur Dündar’ın ekran söyleşisi teklifi dahil tüm görüşme taleplerini reddetmiş.

Üç yıldır konuşmayan Aytek Topçuoğlu’nun (davalar kaldığı yerden devam ettiği hâlde), bu kadar sert bir mektup yazmasının nedenini ben de merak ettim. Kendisine ulaştığımda, mektubu duruşmadan beş- altı gün önce yazdığını öğrendim. Onu bu noktaya getiren asıl sebep ise Bülent Arınç’ın, Davutoğlu’nun şehit aileleri için düzenlediği davette (2 Nisan 2013) dayatmacı, üsttenci ve kaba bir üslupla aileleri davalarından vazgeçirmeye çalışması olmuş. Hatta içi o kadar yanmış ki, Arınç giderken “Kısa çöpün uzun çöpten hakkını alacağı zamanlar da gelecek elbet” diye tepki vermiş. En büyük endişesi de davaların Meclis’ten çıkacak bir kararla kapatılması…

Şehit ailelerinin özür-tazminat sürecine dair yaptıkları açıklamalara daha önce rağbet etmeyen kimi (muhalif) yayın organları, Aytek Topçuoğlu’nun Hükümet’i eleştiren satırlarının üzerine atladılar ve her zaman olduğu gibi bu mektubu da Hükümet’i yıpratmak için bir vesile olarak kullandılar. Amacın üzüm yemek değil, bağcı dövmek olduğu o kadar belliydi ki…

Çünkü biraz olsun samimi olsalardı, önce Mavi Marmara Davası’na sahip çıkarlar ve Hükümet’i bu konuda daha kararlı ve tutarlı olmaya zorlarlardı. Başından beri Mavi Marmara Davası’na sahip çıkan (Milli Gazete gibi) muhalif yayın organlarını ayrı bir yere koyuyorum tabii ki… Lafım, sadece muhalefet yapmak için, yalan-doğru demeden, iyi-kötü ayırt etmeden, her haberi iktidara vurma aracı olarak gören medyaya…

Hâl böyle olunca, ne kadar sert bir üslupla yazılmış olursa olsun, en nihayetinde babasını vahşi bir katliamda, İsrailli askerlerin kör kurşunlarına kurban vermiş bir evladın duygularını ve haklı isyanını yansıtan mektuptaki “Babamın suçu, Hükümet’e güvenerek yola çıkması oldu” cümlesi de Mavi Marmara olayını başından beri Hükümet’in bir kumpası gibi görenlerin gökte arayıp yerde bulduğu bir cümle olarak istismar edildi.

Bu cümleyi mektubun başlığı olarak sunan Odatv.com’daki “insafsız” okuyucu yorumlarını okuyunca, “İnsanlar nasıl bu kadar acımasız, hain ve fesat olabilirler?” diye dehşete kapıldım ve beni Kır Zincirlerini Mavi Marmara kitabı için tetikleyen duyguları yaşadım bir kez daha. Ama bir yandan da “Acaba Aytek Topçuoğlu da Mavi Marmara’yı Hükümet’in organizasyonu olarak mı görüyor, yeni bir şey mi öğrendi?” diye meraka kapıldım.

Aytek Topçuoğlu o cümleyi herkesin, İsrail’in herhangi bir tutuklama ya da gemiyi durdurma eylemi olursa, Türk Devleti’nin onları sahipsiz bırakmayacağına inandığını belirtmek için kullandığını söyledi ve yolcuların, saatler süren saldırı boyunca sürekli S.O.S vermelerine rağmen, Türkiye’nin hiçbir kurtarma girişiminde bulunmadığını hatırlattı. Doğru ya, Mavi Marmara yolcuları 2 Nisan’daki davette, “Dokuz saat boyunca S.O.S gönderdik, niye kurtarmadınız bizi?” diye sormuşlardı. Davutoğlu da Bülent Arınç’ı işaret ederek “Bu sorunun cevabı bende değil. Başbakan Yardımcısına sormalısınız” demişti.

 

0 Yorum ↓

Yorum Yok

Yorum Yazın