Bölüm

Mavi Marmara Haliç’e zincirleniyor

Diğer ülkelerin gemileri gidecek ama
bizim Mavi Marmaramız gidemeyecekti…
Derin bir üzüntü ve öfke içindeydim.
Mavi Marmara’nın gitmemesi için yapılan tehditleri düşünüyor
ve adeta bir yenilmişlik duygusu yaşıyordum.

Olaydan 1 sene sonra

2011 yılının Mayıs ayının başında İsviçre, Belçika, Kanada, Almanya, İskoçya, İtalya, Hollanda, ABD, Fransa, İrlanda, İspanya, Malezya, Hindistan, Endonezya, İngiltere, Danimarka, İsveç ve Türkiye’den 22 Sivil Toplum kuruluşu, ikinci Özgürlük Filosu için Paris’te toplandı. Toplantının sonunda, filonun Haziran’ın son haftası Avrupa’nın çeşitli limanlarından hareket ederek yola çıkmasına karar verildi.

Bu kararın hemen arından İsrail ve ABD, aynı ilk seferdeki gibi, “Özgür Gazze Filosu”nu engelleme operasyonunu başlattı. Bolca tehdit ve gözdağı içeren açıklamalar ile hem hükümetler hem de dünya kamuoyu etkilenmeye çalışılıyordu.

Aşağıdaki birkaç haber bu operasyonun yöntemi ve boyutları hakkında bir fikir verebilir:

2. Mavi Marmara’yı durdurun
Amerikan Temsilciler Meclisi üyesi 36 milletvekili, kaleme aldıkları bir mektupla Başbakan Erdoğan’dan, ‘Özgür Gazze Hareketi’yle insani yardım vakfı İHH’nın, İsrail’e yönelik yeni provokasyon girişimine engel olmasını istedi.’ 13 Mayıs 2011 /Habertürk

2’nci Mavi Marmara krizinin ayak sesleri
Türkiye ile İsrail arasında krize neden olan Mavi Marmara saldırısının yıldönümü yaklaşırken, Türkiyeİsrail-ABD hattında “ikinci Mavi Marmara” gerilimi yaşanıyor. ABD Kongresi’nin 36 üyesinin, Başbakan Tayyip Erdoğan’a yazdığı mektubun ardından İsrail de harekete geçti. İsrail’in Ankara Büyükelçisi Gaby Levy, ikinci Mavi Marmara krizini önlemek için Ankara’ya, “Yeni filo da provokasyon amaçlı. Benzer bir durum ortaya çıkarsa, Mavi Marmara’daki gibi şiddet olayları yaşanmaz ama gereken yapılır emin olun” mesajını verdi… 14 Mayıs 2011 /Habertürk

Gördüğünüz gibi hem İsrail hem de ABD, eylemin sadece Türkiye’nin inisiyatifiyle gerçekleşeceği algısını yaratmak için ellerinden geleni yapıyorlardı. Bu algı çarpıtma işleminin ilerleyen günlerde giderek yoğunlaşacağından ve Mavi Marmara katliamından sonraki kampanyaları hiç aratmayacağından emin olabilirdik.

İşin en ilginç yanlarında biri de, Özgürlük Filosu’nun hazırlandığı diğer ülkelerin aydınları, sanatçıları ve hatta politikacıları hükümetlerinden bu eylem için destek talep ederken, bizimkilerin filonun yola çıkışını engellemek için her türlü kelime oyununa başvurmasıydı. Ellerinden gelse kendileri zincirleyeceklerdi Mavi Marmara’yı, yani insanlığın vicdanını.

Ama neyse ki Türkiye’de de susmayan bir toplumsal vicdan vardı. Olayın yıldönümü ülkenin dört bir köşesinde büyük kalabalıkların katılımıyla anıldı. On binlerce kişi İstanbul’daki Taksim meydanında Mavi Marmara’yı unutmadıklarının ve unutturmayacaklarının mesajını verdiler. Üstelik Dışişleri Bakanı Davutoğlu da sivil toplumun insani girişimlerine engel olamayacaklarını ve ABD’nin önce İsrail’e baskı yapması gerektiğini açıklamıştı. Ama aşağıya alıntıladığım türden tehdit haberleri de durmak bilmiyordu:

İsrail yine tehdit etti
…İsrail’in Haaretz gazetesi, İsrail Deniz Kuvvetleri’nin filoya katılmayı planlayan çok sayıda gemiye el koyma tatbikatları yaptığını, açık istihbarat ve internet sitelerinden elde edilen istihbarat toplamanın da hazırlıklar kapsamında yer aldığını yazdı.

Haberde İsrail Başbakanı Benyamin Netenyahu’nun “Diplomatik yolları tercih ederiz; ancak Gazze ablukasını kırmaya çalışanlara karşı gerekirse güç de kullanabiliriz” sözleri hatırlatıldı. Haaretz gazetesi, İsrail Savunma kaynaklarının gemilere ve aktivistlere güç kullanarak el koymanın dışında alternatifin bulunmadığını söylediklerini belirtti. Eski bir İsrail güvenlik yetkilisi, gerekirse keskin nişancıların ateş edebileceğini, böylece İsrailli askerlerin yaşamlarının riske atılmayacağını dile getirdi.

…İsrail Deniz Kuvvetleri’nden adını açıklayamayan bir yetkili, uyarılara uyulmaması durumunda gemileri şiddet içermeyen yollarla durdurma amaçlı tatbikatlar yapıldığını söyledi. Yetkili, “Aktivistlere bazı sürprizlerimiz olabilir” şeklinde konuştu.

Bu arada İsrail Genelkurmay Başkanı Beni Gantz da filonun gelmesi halinde durdurulacağını belirtti. “Gazze’de insani bir kriz yok” diyen Gantz, “Savunma Kuvvetleri, Gazze deniz ablukasını kırmaya yönelik her türlü girişimi durduracaktır” dedi. Uluslararası toplumun, deniz ablukasının geçerliliğini tanıdığını da öne süren Gantz, BM Genel Sekreteri Ban Ki-Moon’un birkaç gün önce, filoların cesaretlendirilmemesini isteyen sözlerini ileri sürdü. 2 Haziran 2011/Yeni Şafak

İsrail’in tehdit ve korkutma yöntemlerinin en azından halk nezdinde hiçbir işe yaramadığının en büyük kanıtı ise on binlerce insanın ikinci filoya katılmak için İHH’ya başvurmasıydı. Yukarıdaki haberin yayınlanmasından bir hafta sonra görüştüğüm Hüseyin Oruç (İHH Bşk.Yrd.) katılımcı sayısının yüz bini geçtiğini söylüyordu. Üstelik aynı durum, diğer ülkelerdeki Özgür Gazze organizasyonları için de geçerliydi.

Bütün karşıt propaganda yayınlarına rağmen İHH yetkilileri “Mavi Marmara’yı kimse durdurmaz!” mealinde açıklamalar yapıyordu. Bu arada başvurular da çığ gibi büyüyordu. İHH, bu durumu İsrail’e karşı bir mesaj ve hatta gövde gösterisine dönüştürmüştü. Hedefleri, bir milyon katılımcıyla İsrail’e hiçbir tehditten korkmadığımızın ve her durumda Gazzelilerin yanında olduğumuzun mesajını vermekti. Milyonlara ulaşılamadı belki ama yoğun bir katılım olduğu kesindi. Bunu İHH yetkililerin ifadelerine ve sosyal paylaşım ağlarındaki izlenimlerime dayanarak söylüyorum. Binlerce insan geminin kesin kalkış tarihini ve kendisinin gidip gitmeyeceğini bilmek istiyordu. Belirsizlik ortamı herkesin sinirlerini germişti.

Ben de o binlerce kişinin arasındaydım. Gidecekler yönetim kurulu kararı ve kura ile belirleniyordu ama benim gitme şansım epey yüksekti. Çünkü hem gazeteci hem de tercüman kontenjanından başvurmuştum. Üstelik, gemide tercümana çok ihtiyaç olduğunu söyleyen Bülent Yıldırım’dan beni de çağıracaklarına dair söz almıştım neredeyse.

Haziran ayı başından itibaren de yol çantamı hazırlamış, çocuklarımla vedalaşmış, hatta ne olur ne olmaz diyerek vasiyetimi bile yazmış bir vaziyette limandan demir alacağımız günü bekliyordum heyecanla.

Bu arada ben de aynı ilk seferdeki Mavi Marmara yolcularının yaptığı gibi hemen hemen her gün İHH’yı arıyor ve yolcu listesinin belli olup olmadığını, yola ne zaman çıkılacağını soruyordum.

Artık, Furkan Doğan’ın ve diğerlerinin yola çıkmadan önce hergün İHH’yı aramasını ve filoya katılmak için baskı yapmasını çok ama çok iyi anlıyordum çünkü farkına bile varmadan ben de aynı psikolojiye girmiştim.
Daha çok insan, daha çok gemiyle yola çıkacak ve İsrail’e tehditlerinin vız gelip tırs gittiğini gösterecektik. Gazzelilere de onları hiçbir durumda yalnız bırakmayacağımızı tabii ki… Oldum olası uçurtmalara sevdalı olduğum için ben de aynı Cengiz Akyüz gibi onlarca uçurtma götürecektim Gazzeli çocuklara.

Derken 17 Haziran’da vakfın binasında basın toplantısı olacağı haberini aldım. Koşa koşa gittim tabii ki. En sonunda limandan demir alacağımız günün tarihini öğrenecektim. Bu arada seferin iptal olacağı söylentilerini okuyor, duyuyordum ama hiçbirini ciddiye almıyordum.

Basın toplantısı başladığında bir tuhaflık olduğunu sezdim. Yunan Dimitri Pliouis’ten İsveçli (İsrail asıllı) Dror Feiler’e kadar Özgür Gazze filosunun diğer organizatörleri de gelmişti. Hepsi de allak bullak görünüyorlardı. Ya da bana öyle geliyordu; bilmem ki…

Ve sonunda Bülent Yıldırım, seferin iptal edildiği haberini verdi. Herhalde, orada bir gazeteciden çok yola hazırlanmış bir gönüllü psikolojisiyle bulunduğum için, adeta vurgun yemiş gibi oldum.

İçerisi gazeteci doluydu. Onlarca kamera toplantıyı kayda geçiriyordu. Yıldırım’ın dediğine göre geminin teknik sorunları halledilemediği için yola çıkılamıyordu. Diğer ülkelerin gemileri gidecek ama bizim Mavi Marmaramız gidemeyecekti…

Gazeteciler, bu açıklamayla yetinip diğer gemilerin hareketi üzerine sorular sormaya başladılar. En çok merak ettikleri de bu iptal kararının hükümetin baskısıyla olup olmadığıydı. Bülent Bey de ısrarla hükümetin hiçbir baskısı olmadığını olayın arızadan kaynaklandığını anlatıyordu. Hareket gününe kadar arızayı gidereceklerini ummuşlar ama ne yazık ki başarılı olamamışlar ve diğer gemileri daha fazla bekletemeyecekleri için Mavi Marmara’yı seferden çekmeye karar vermişler.

Oysaki neredeyse hergün telefon etmiş ve geminin kalkış tarihini sormuştum. Her seferinde de “Henüz belli olmadı.” cevabını almıştım. Ama “iptal” durumuna dair herhangi bir bilgi almamıştım…

Bütün bu duygu ve düşünceler içinde karmakarışıkken bir yandan da duyduklarımı not etmeye çalışıyordum…
Dror Feiler, “Mavi Marmara’nın katılamayacak olması, İsrail’in öteden beri ileri sürdüğü, filonun sadece Türk ve İslamcıların projesi olduğu iddiasını boşa çıkaracaktır.” diyerek Gazze’nin acil yardıma ihtiyacı olduğunu anlatıyor ve gereken malzemeleri kendilerinin götüreceğini söylüyordu.

Bülent Yıldırım ise: ‘’Filo, Avrupa limanlarından yola çıkacak. Şu anda, 15 gemiden 10 tanesi hazır durumda… 25 Haziran’dan itibaren çıkışlar başlayacak. Avrupa’daki bazı ülkelerde krizler var. Onun için birkaç gün gecikebilir veya öne alınabilir. Kıbrıs açıklarında buluşulacak ve yola devam edilecek… Biz bu filonun içindeyiz. Bu koalisyonun bir parçasıyız ve buradan takip edeceğiz. Bu filoya tekrar dokunulursa yine sokaklar, yine konsolosluk önleri bu filonun yandaşlarıyla dolacak. Dünya barışı için bütün liderler harekete geçmeli. Bizim tabii başka bir sorunumuz daha var. Biz şu anda Suriye’yi öncelemek istiyoruz, Türkiye açısından gündemin değişmesini istemiyoruz. Ama gücümüzü ikiye de bölebiliriz, bunun için de Mavi Marmara’nın tamir edilmesini bekliyoruz…” diyordu.

Toplantının sonuna doğru içimdeki fokurdamayı daha fazla bastıramadım ve Yıldırım’a açıklamalarının hiç de ikna edici olmadığını söyleyip, “Madem böyle bir arıza vardı niye bir B planı yapmadınız?” diye de eleştirerek “Mavi Marmara ile gitmeye mecbur muyuz? Bu ülkede bu davaya gönül vermiş, size başka bir gemi tahsis edecek kapasitede bir kişi bile yok muydu?” diye soruverdim.

Yıldırım, bu sorumdan hiç hoşlanmadı doğal olarak. Hatta “Dilek Hanım, gemi almak bakkaldan peynir almaya benzemez.” diyerek bir de tersledi.

Ben de geri adım atmadan bir B planı olması gerektiği konusunda ısrar ettim. Aslında, orada bulunan diğer gazetecilerin de beni destekleyeceğini ve bu konunun üzerine biraz daha gidileceğini zannediyordum ama kimseden “çıt” çıkmadı… Anlaşılan benden başka herkes ikna olmuştu…

Toplantının ardından eve dönerken beynim uyuşmuş bir hâldeydim. Hiçbir açıklama ikna etmemişti beni. Derin bir üzüntü ve öfke içindeydim. Haftalardır Mavi Marmara’nın gitmemesi için yapılan yayınları, yazılan yazıları düşünüyor ve adeta bir yenilmişlik duygusu yaşıyordum. Biraz durulunca kendimi sorgulama faslı başladı. Bu kadar aşırı tepki vermem beni de şaşırtmıştı biraz. Duyan da hayatım boyu Filistin Davası için mücadele ettiğimi sanacaktı. Hâlbuki hepi topu bir yıldır bu kadar yoğun olarak odaklanmıştım bu meseleye. Üstelik bir eylemci olarak değil, gazeteci olarak…

Peki ama gazetecilik sınırını ne zaman ve nasıl aşmıştım da adeta bir Filistin eylemcisinin kimliğine bürünmüştüm?…

Tamam, kabul ediyorum, biraz abartmışım o günlerde… Ama inanın elimde değildi… Başka türlü yapamıyordum.

Hem, kimbilir belki siz de benim gibi bütün şehitlerin eşleri, dostları, çocukları, kardeşleri, ana ve babalarıyla günlerce, haftalarca konuşsanız, Mavi Marmara baskınının en dehşetli ayrıntılarını dinleseniz sonra da bunları tekrar tekrar ses kayıt cihazından kulaklıklarla dinleyip yazıya geçirseniz aynı şeyleri hissederdiniz…

Ama başından beri değişmeyen ve hâlâ, şu satırları yazarken bile emin olduğum bir tek şey vardı: Özgür Gazze, yani “Mavi Marmara” eylemine çok inanmıştım. Çünkü hiçbir “ama” ya yer bırakmayacak kadar açık bir zulüm ve bu zulme karşı alınmış silahsız, küresel vicdanın harekete geçtiği sivil bir direniş vardı ortada…

Üstelik zalimler de hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak kadar ortadaydı, mazlumlar da… Herşey netti bu davada…

Dediğim gibi duygularıma fazla kaptırmıştım kendimi ve son gelişmelerin soğukkanlı bir analizini yapmaktan oldukça uzaktım…

İşte tam da o günlerde Radikal’den Murat Yetkin’in siyâsî süreci özetleyen ve bir kesimin bakış açısını yansıtan “Mavi Marmara’ya ne oldu?” başlıklı analizi yayınlandı:

AK Parti’nin 12 Haziran’daki açık seçim galibiyeti dış politikada manevra gücünü arttırdı; iç baskılardan rahatlattı.

İnsan Hak ve Hürriyetleri (İHH) insani yardım vakfı 17 Haziran’da yaptığı bir toplantıyla Mavi Marmara gemisi ile Gazze’ye yardım götürme planlarını rafa kaldırdığını açıkladı.

Türk hükümetinden gayri resmi kanallar üzerinden gelen telkinler sonucu açıklandığı anlaşılan bu karar, hem Ankara’ya, hem Tel Aviv’e hem de ve belki ikisinden de çok Vaşington’a rahat bir nefes aldırdı.

İHH bir süredir, seçim ortamının getirdiği siyâsî rekabetten de yararlanarak Gazze’ye yardım kampanyasını yükseltmişti. Başbakan Tayyip Erdoğan ve AK Parti yetkilileri, tabanın hassasiyeti dolayısıyla açıktan ‘gitme’ diyemiyordu. Ama geçen yıl yaşanan ve İsrail askerlerinin dokuz Türk vatandaşını öldürmesiye sonuçlanan felaketin bu yıl da tekrarlanabileceği konusundaki endişeler AK Parti saflarında da vardı.

ABD Başkanı Barack Obama’nın seçimlere bir süre kala Başbakan Erdoğan’a ettiği telefonda görüşülen maddelerden birisi de bu olmuştu. İHH’nin daha önce 31 Mayıs olarak ilan ettiği yola çıkış tarihini ertelemesinde bu telefonun payı olduğu kanısı, CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun “Obama telefon etti, sefer iptal edildi” yorumu yapmasına neden oldu.

Ancak yalnız bu da değil. Özellikle son haftaya girildiğinde Batı başkentlerinde AK Parti’nin Mavi Marmara seferi üzerinden İsrail ile yeni bir gerilim yoluyla birkaç puan daha alabileceği evhamı başladı. Amerikan New York Times, İngiliz The Economist gibi gazetelerde, AK Parti’nin yoksa tek parti yönetimini mi arzuladığı sorgulamasının yapılmasının ardında aslında tek bir mesaj vardı: Mavi Marmara’nın gitmesine izin vermeyin.

Çünkü o arada birkaç gelişme birden vuku buluyordu Türkiye gerçi daha önce çok talip olmuştu ama Hüsnü Mübarek yükünden kurtulan Mısır, Filistinli iki rakip grubu, El Fetih ve Hamas’ı bir araya getirmeyi başarmıştı. İsrail hükümeti, bir yandan Mavi Marmara konvoyunun doğrudan Gazze’ye yönelmesi halinde durdurulacağını açıklarken, diğer yandan Türkiye’den Kızılay üzerinden gelecek her türlü yardımı sorunsuzca kabul edeceğini söylemişti.

Eşzamanlı olarak Türkiye’nin bölgedeki elini güçlendiren, hükümetin içeride ve dışarıda elini rahatlatmaya aday bir dizi gelişme daha oldu. Ankara’nın bir numaralı dış gündem maddesine dönüşen Suriye konusundaki endişelerine cevaben, ABD ve İngiltere, Libya’da olduğu türden BM destekli askeri müdahale planlarını erteleyerek, Suriye’de Beşşar Esad yönetiminin hâlâ ikna edilebileceği yolunda Türkiye’nin sesine kulak verdi.

O günlerde toplanan NATO Savunma Komitesi de İzmir’i NATO’nun Avrupa’daki başlıca kara ve hava üssü konumuna yükseltti. Bu bir sonraki adımda Füze Kalkanı projesinde Türkiye’nin söz ve karar hakkı yolunda imkânlar tanıyan, NATO’yu Hazar-Basra enerji havzasına daha da yaklaştıran bir adımdı.

Türkiye’de 12 Haziran seçimlerini AK Parti’nin yüzde 50 oranıyla kazanması ile Erdoğan da adımlarını attı. Kürt meselesinde seçim boyunca benimsediği Türk milliyetçisi söylemi bir yana bıraktı ve 14 Haziran’da hükümet görevlilerinden oluşan bir heyet İmralı’da PKK lideri Abdullah Öcalan ile görüştü. Bunun sonucunda 15 Haziran’da silahlı eylemlerin başlayacağı tehdidi -şimdilik- ortadan kalktı. Aynı gün Ankara’ya gelen Suriye Cumhurbaşkanı Yardımcısı -Sünni Türk kökenli eski Genelkurmay Başkanı- Hasan Türkmani’ye hem son reform mesajları iletildi hem de olayların durmaması halinde Türkiye’nin Hatay’da sınırın hemen ötesinde, mültecileri orada korumaya alma amaçlı bir askeri tampon bölge kurma hazırlığı çıtlatıldı. O gün, Angelina Jolie mülteci kamplarına gelmek üzere Türkiye’ye başvurdu. 17 Haziran’da da örgüt içinde parçalanmaya da yol açacak şekilde İHH Mavi Marmara seferini rafa kaldırdı.

Obama aynı gün Erdoğan’ı telefonla arayarak, herhalde yalnızca seçim için değil, ‘Ustasın’ dedi.

Bölgede taşlar müthiş bir hızla ve önceden tahmin edilemeyecek şekillerde yerine oturmaya başladı. Türkiye’nin buna uygun yeni dış politika taktikleri geliştirmesi hem doğal, hem gerekli.”
Murat Yetkin- 19 Haziran 2011

Doğrusunu isterseniz, Mavi Marmara’nın 2.Özgür Gazze filosuna katılıp katılmayacağı, olaya siyâsî olarak bakanların, politikacıların ve gazetecilerin, yani profesyonellerin pek de umurunda değil gibiydi. En azından, onlar süreci daha serinkanlı bir şekilde değerlendirebiliyor ve kendilerince “tutarlı” analizler, yorumlar yapabiliyorlardı.

Ama tabanda bulunan halkın kendini Mavi Marmara’yla yolculuğa hazırlayan kesimi kelimenin tam anlamıyla fokurduyordu. Sosyal paylaşım sitelerinde herkes birbirine neler olup bittiğini soruyordu.

Genel eğilim, “İHH böyle yapıyorsa mutlaka önemli ve geçerli bir nedeni vardır.” Şeklindeydi ama Bülent Yıldırım’ın açıklamalarını yeterli bulmayarak, İHH’yı geri adım attığı için eleştirenler de yok değildi…

BM RAPORU’NA GÖRE GAZZE ŞERİDİ’NDEKİ İNSANİ DURUM (Madde 37)

Gazze Şeridi’nde 2007 Haziran’ından bu yana uygulanmakta olan ambargonun doğurduğu insani durum, uluslararası kamuoyunu her geçen gün daha da endişelendirmektedir ve BM Güvenlik Konseyi de bu endişeleri paylaşmaktadır.

Gemi hadisesinden sonra, Güvenlik Konseyi Gazze’deki durumu “sürdürülemez” olarak nitelendirmiş
ve 1850 (2008) ve 1860 (2009) sayılı kararların eksiksiz olarak uygulanması gereğine işaret etmiştir.

Bu kararlarda, başka hususlara ilaveten “Gazze’de derinleşen insani krizden dolayı duyduğu büyük endişe”yi ifade eden Konsey, “Gazze sınır kapılarından düzenli ve yeterli ölçüde insan ve emtia geçişinin sağlanması gereğine” vurgu yapmıştır ve “Gazze’nin tamamı için yiyecek, yakıt ve tıbbi destek gibi insani yardımların engellenmeden tedarik ve dağıtımını” talep etmiştir.

Başkan düzeyinde yapılan açıklamada, Güvenlik Konseyi “Gazze’deki insani durumdan duyduğu derin endişe”yi tekrar ifade etmiş ve Gazze sınır kapılarından düzenli ve yeterli ölçüde insan ve emtia geçişinin sağlanması gereğine ve Gazze’nin tamamında insani yardımların engellenmeden tedarik ve dağıtımının gereğine” vurgu yapmıştır.

Buna ilaveten, ABD’nin Cenevre’de BM nezdindeki Büyükelçisi “Biz hâlen, Gazze’deki durumun sürdürülemez olduğuna ve bu durumun konuyla alakalı tarafların hiçbirinin menfaatine olmadığına inanıyoruz.” demiştir.

0 Yorum ↓

Yorum Yok

Yorum Yazın